Pozitif Düşünce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Images

Kuantum sıçrama nasıl yapılır?

Kuantum sıçraması yapmanın  21 adımlık bir uygulaması var ancak ilk 5 adım en önemli uygulamaları içermektedir.
  Kendinizi geliştirmeye hazırmısınız. Kuantum sıcraması yapmak istiyormusunuz. Öyleyse elinize kağıt ve kalem alın ve kendinize sorun: "Ben nasıl bir yaşam içerisinde olursam gerçekten kendimi mutlu hissederim"
   Çünkü insanın yaşamındaki en büyük hedefi mutlu olmaktır. Çekim yasasıda mutlu olmak üzerine kuruludur. Çünkü mutlu olduğunuzda istediğiniz her şey size çok rahat bir şekilde akmaya başlayacaktır. Eğer mutlu değilseniz istediğiniz hiç bir şey olmayacaktır.
    Hazırsanız kuantum sıcramasının ilk 5 adımı ile ilgili çalışmaya başlayalım.

  1.Adım: Gözünüzü kapatın ve deyin ki ben nasıl bir yaşam istiyorum. Burada tüm kural “olsun”
“Beni seven bana değer bir eşim, evim veya işim olsun.” Tabi burada sizin için önemli olan özelliklerle niyetinizi detaylandırabilirsiniz.
“Ferah aydınlık huzurlu bir evim olsun” gibi..
  Ne istediğinizi bilen bir zihin sizi istediğiniz yere götürür.
Bazen şöyle yapıyoruz. İşte çok güzel bir evim olsun dubleks vesaire.. ardından nereden bulacağım ki!
Ne oldu iptal ettiniz. Kendi kendinize olmayacağına karar verdiniz. Kafanıza olumsuz bir düşünce bile geldiğinde onu sevgiyle uzaklaştırın. “ben bunu istiyorum” diyin.
Images

Negatif Düşünceleri Pozitife çevirin

Mutluluğun elinizde olduğunu hiç düşündünüz mü? Bunun için belki de yapmanız gereken tek şey negatif düşüncelerinizi pozitif olanlarla değiştirmek... Sizin için uzmanların görüşlerini aldık ve mutluluğun formülünü yakaladık.

Bu zamana kadar neyi denediyseniz bir türlü mutlu olmayı beceremediniz. Aslında yalnız değilsiniz! Mutluluk konusu, hemen herkes için çözülmesi zor bir problem. Hedonistik görüşe göre, vücudunuzu mutlu etmek, ruhsal mutluluğu başarmanıza yardım ediyor ve bu da dolayısıyla sizin pozitif düşünmenize yardımcı oluyor. Tüm bunların birleşimi sizi gerçek mutluluğa kavuşturuyor...

Ünlü İsveçli psikolog Alexandre Thalman'a göre ise işin sırrı bir bardağın yarısını boş diğer yarısını dolu görmek metaforu gibi: "Beynimiz, bütün hislerimizi yalnızca mutlu olmak fikri etrafında bütünleştirir. Bu yüzden bütün hayatımızı da bunu yorumlamak için harcıyoruz" diyor. Bu yorumlarımızın negatif ya da pozitif düşünceye dönüştüğüne vurgu yapan Thalman, duygularımızı belirleyen bu düşüncelerin, diğer insanlarla kurduğumuz ilişkileri etkilediğini de belirtiyor; "En basit örnek ile; hava yağmurlu olduğunda, modunuz düşük bir şekilde, dışarı çıkamadığınızı düşünürseniz mutsuz olursunuz, ama yağmurun evde çok keyifli bir gün geçirmenizi sağlayacağını düşünürseniz çok mutlu olabilirsiniz. Ayrıca bu, sizin etrafınızda olup biten bütün olaylarla baş etmenize de yardımcı olabilecek müthiş bir anahtar olabilir." Thalman, işleri düşünce gücümüzle kendimizin zorlaştırdığını ve ister istemez kendi mutluluğumuza ya da mutsuzluğumuza neden olduğumuzu da ekliyor.

Kendinizi kıyaslamayın
Mutluluk üzerine çalışan psikiyatr Chistophe Andre, olumsuz karşılaştırmaların da insanları mutsuz ettiğine dikkat çekiyor. Andre, matematik sınavından 50 alan bir öğrencinin aynı sınavdan 100 notunu alan diğer öğrenciyle kendini karşılaştırarak kendi kendini mutsuz ettiğini düşünüyor. Psikiyatr, böyle düşünme biçimi yerine, hemen pozitif bir yan bularak olayı lehimize çevirmemiz gerektiğini belirtiyor. Ayrıca bu tip düşünce şekli korkuya sebep oluyor ve olumsuz karşılaştırmalar sonrasında insani ilişkiler bozulabiliyor.

Hayata anlam katın
Harvard Üniversitesi'nden Tal Ben-Shahar, "Mutluluğun formülünün zevk almak ve onu dolu dolu anlamlandırmak olduğunu düşünüyorum" diyor. Shahar, mutlu olan insanların hayattan zevk aldıklarını, yazdıklarını, bir şeyler ürettiklerini, kötü anları geçiştirebildiklerini ve varoluşları için sebepler bulabildiklerini savunuyor. Eğer mutlu olmak istiyorsak yaptıklarımıza, konuştuklarımıza ve yaşadıklarımıza anlam yüklememiz ve bu yarattığımız manaya sıkı sıkı sarılmamız gerekiyor. Hayatın içinde bizim de bir işe yaradığımız konusunda anlamlandırma yaparsak, yaratıcılığımızın artacağı, aktivitelerimizin çoğalacağı ve insan ilişkilerinde gözle görülür bir mesafe kat edeceğimizi de unutmamak gerekiyor. Çünkü mutluluk aynı zamanda paylaşabileceğiniz bir şey, mutlu olduğunuzda yanınızdaki ve sizinle iletişime geçen her bireyi olumlu yönde etkilemiş olacaksınız.

Pozitif bir bakış açısı bulun
Yaptığınız hatalarınız var; o gün orada bu şekilde davranmamalıydınız ya da içinizde arkadaşınızın bilmesi gereken bir gerçek var ama bunu bir türlü söyleyemediğiniz için vicdanınız sizi rahatsız ediyor. Psikanalist Claude Tedguy, iç çatışmalarımızın ya da vicdan muhakemelerimizin de bizi mutsuz ettiğini söylüyor. Gerçek ne kadar acı olursa olsun, yaptığınız geri dönülmeyecek bir hata bile olsa yine bardağın dolu tarafını düşünerek pozitif bir yan bulmanız gerekiyor. Tedguy, insanın buna kendini inandırması gerektiğine dikkat çekiyor. Psikanalistlerin, psikiyatrlarla birleştiği bir nokta da, olumlu düşünmeyen insanların kendi iç dünyalarındaki karanlığa kapılarak mutsuz olduğu. Kafasında devamlı olarak negatif düşünceyle dolanan karakterler, gerçekteki olumlu olayları fark edemez ve zamanla depresyona girebilir. Ayrıca psikiyatrlar, bazı nörolojik bozuklukların da kişinin olumsuz düşünmesine neden olduğunu ve uygun ilaçlarla tedavi edilmezse mutsuz bireyler yaratılacağının altını çiziyor. Peki pozitif düşünmek gerçekten de insanın mutlu olmasına yardımcı oluyor mu? Harvard Üniversitesi'nde "pozitif düşün" fikrinden yola çıkan psikolog Tal Ben-Shahar, 1400 öğrenci üzerinde yaptığı incelemede, bu öğrencilerin yüzde 23'ünün hayatlarını değiştirdiğini kanıtlıyor. Araştırmada olumlu düşünme taktiğini uygulayan öğrenciler, küçük mutluluklar yerine gerçek içsel mutluluğa kavuştuklarını açıklamış.

Negatifliğinizi kovalamak için yeni fikirler Olumsuz olmaktan kurtulmak için her şeyi denediniz ama yine de zorlanıyor musunuz? Hemen pes etmeyin, kişisel gelişim teknikleriyle yeniden bir şans yakalayabilirsiniz, mutluluk burayı henüz terk etmedi...

Teknik 1: Psikoterapist Pierre Balnc-Sahnoun, öncelikle bazı hareketlerimizi yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini söylüyor. Bunun için önce sizi mutsuz eden herhangi bir konuya odaklanın. Yeni bir bakış açısıyla, neden böyle davrandığınız üzerine fikir sahibi olana kadar düşünün. Aslında sonunda bulacağınız yanıt belli: Negatif düşünceniz sizin savunma mekanizmanız haline gelmiş. İkinci adım olarak, bunun neden kaynaklandığını, bu savunma mekanizmasının neden olduğunu anlamaya çalışın. Bulacağınız yanıt her ne olursa olsun, radikal değişiklikler yaparak onun etkisinden kurtulmak için kendinize gerçek bir söz verin. Zamanla göreceksiniz ki, aslında sizi karamsar yapan olaylar ya da olumsuz düşünmenize neden olan etkiler gelip geçici özelliklere sahip. Siz kendinizi yeniledikçe ve hastalıklı bir karamsarlığa sahip olmadığınızı gördükçe mutluluk ibrenizde bir artış gözlenecek.

Teknik 2: Fizyolojist ve psikoterapist Isabelle Fiilizat'a göre duygular, tehlike halinde ya da endişe durumunda kontrolünü sağlayamayacağımız bir hal alıyor. Kendinizi yeniden keşfetmeniz ve olumlu bir bakış açısına sahip olmanız için duygularınızın barış ortamında oluşması gerekiyor. Mutsuz olduğunuz bir durumun ortasında kaldığınızda geçmişe doğru bir zaman yolculuğuna çıkın. Gözlerinizi kapatın ve küçük bir çocukken mutsuz olduğunuz gerçek bir zamanı anımsayın. Bebekleriniz eskimiş olabilir, size söz verildiği halde yan sokaktaki parka gidememiş olabilirsiniz; bu yüzden ağladığınızı da unutmayın. Tıpkı, o gerçek duygu kırıklığının geçtiğine şahit olduğunuz gibi, şu an içinde bulunduğunuz durumu da atlatacağınıza gerçekten inanın. Belki çocuk değilsiniz, ama hayatın her karesinde büyüdüğünüzü ve yeni olaylarla karşılaşıp belleğinize kazıyacağınızı unutmayın.

Artık harekete geçme zamanı, düşünmeyi bırakın! Düşünceleriniz negatif mi yoksa pozitif mi? Bunu düşünmeyi artık bir kenara bırakın ve harekete geçin, tıpkı film çekimlerindeki gibi: Action!

Pozitif düşünce dünyayı kurtaran olumlu bir yana sahip. Yıllar önce İkinci Dünya Savaşı sonrasında savaşa giren toplumların psikolojilerini düzeltmekte de aynı yöntemin kullanıldığını biliyoruz. İyi ve pozitif düşüncenin yaydığı olumlu enerjinin dönüp dolaşıp yeniden sizi bulacağı fikri de oldukça yaygın. Yunus Emre'nin, Mevlana'nın yazıları ve son zamanlarda ünlenen "Secret" kitabı da aynı felsefenin ürünü. Pozitif düşünceye sahip olmak aynı zamanda objektifliğimizi de artırarak, olaylara başka açılardan bakmamızı sağlıyor. Son yıllarda yaşanan ekonomik krizlerden sonra özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nde pozitif düşüncenin yayılmasının insanların daha mutlu olmasında önemli bir rol oynadığı kanıtlandı. Ayrıca araştırmalar, olumlu düşüncenin hayata ve geleceğe yönelik umutları artırdığına da dikkat çekiyor.

Russ Harris, uzun yıllar üzerinde çalıştığı mutluluk konusundaki kitabı Happiness Trap'te: "Mutluluk, olumlu düşünce sayesinde peşinde koştuklarımızdan çok, olumsuz olan hislerimizi pozitif düşünce sayesinde ötelemektir" diyor. Eğer acı çekiyorsanız, niye olduğunu merak ettiğinizde sonuç ne oluyor, hiç düşündünüz mü? Bu soruların yanıtlarını vermek sizi mutluluğa bir parça daha yakınlaştırır. Ayrıca motive olmak da işinizi kolaylaştıracak en büyük etkenlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Uzman Julie Fast, yapacağınız şeyi aklınıza koyduğunuzda hiç vakit kaybetmeden yapmanız gerektiğiniz vurguluyor. Spora başlamak ve vücudunuzu mutlu etmek de mutluluk hormonunu tetikleyen önemli bir yardımcı olabiliyor.

Etrafınızla ilişkileriniz pozitif düşünceden sonra nasıl bir yol izliyor? Elbette ki olumlu düşünce ve açığa çıkan enerji diğer insanlarla olan ilişkilerinizi de olumlu yönde etkiliyor. En iyi yöntem, kendimizi olduğu gibi hayatın içine bırakmak. Ölmeden önce yaşayacaklarınızı planlamak yerine, iyi ve güzel taraflarıyla hayatı algılayıp tam ortasında bulunmak doğru yollardan biri sayılıyor.


************************************************

KONTROL SENDE kitabımı satın alarak hayatınıza  katkıda bulunmak ister misiniz?

KENDİ KENDİNİZİN YAŞAM KOÇU OLUN


***********************************************
Images

Olumlu Düşünmek ve Sağlık

    Düşüncelerimizde olumluyu yakaladıkça, söylemlerimizde olumlu ifadeler kullandıkça, yaklaşımlarımız ve hayatımız daha iyiye doğru gelişecektir. Olumlu düşünen kişilerin psikolojileri; buna bağlı olarak bedenleri de sağlıklı olur. Psikolojik ve bedensel yönden sağlıklı insanın, hayat kalitesi de doğal olarak yükselir.
      Yıllar önce bir televizyon programında Halit Akçatepe ile yapılan bir röportajı izlemiştim. Ona genç kalmayı nasıl başardığı sorulduğunda, bir gün olumlu düşünmeye karar verdiğini, aldığı bu kararı her zaman uyguladığını, bu yüzden genç kalabildiğini söylemişti. Gerçekten de yaşıtlarına oranla oldukça genç görünüyordu. Olumlu düşünce yeteneğini kazanmış ve tüm düşüncelerine uygulamıştı. Sonuç ortada.
     Neden onun yaptığını yapamayalım? Neden biz de olumlu düşünme alışkanlığı kazanmaya başlamayalım? Nasıl yapıldığını biliyoruz. Hele bir de olumlu düşünme yeteneğimizi geliştirirken, örnek alabileceğimiz insanlar varken. Çevremizdeki iyimser insanları tespit ederek, onları model almamız mümkünken. Her şey daha kolay olmaz mı? Başkalarının hayatlarından ders almalı, sağlıklı öğütleri dinlemeliyiz. Biliyorsunuz, dünyaya sadece bir kere gelme hakkımız var. Bu yüzden nasıl düşüneceğimizi seçmek bize kalmış. İyi ya da kötü, eğri ya da doğru; eğer bir yetişkinsek, tüm düşüncelerimizi biz seçer ve sonuçlarını biz yaşarız.
         Düşüncelerimizin, inançlarımızın birer kıyafet olduğunu hayal edelim. Doğduğumuz andan itibaren çok çeşitli elbiseler giydirildi bizlere, başımıza birbirinden farklı şapkalar takıldı, kim bilir kaç ayakkabı, terlik, çizme, eldiven, atkı… eskittik bu yaşımıza kadar. Anne babamız, kardeşlerimiz, dedelerimiz, ninelerimiz ve kim bilir daha kimler yeni kıyafetler giydirdi üzerimize. Seçme hakkımız yoktu, beğenip beğenmeme lüksümüz de. Böyle bir lüksümüz olsa da konuşma becerimiz yoktu henüz, istediklerimizi alıp giyme gücümüz de. Sonunda dolabımız değişik bir yığın kıyafetle dolmaya başladı, severek ya da sevmeyerek giydiğimiz, renklerini beğendiğimiz ya da beğenmediğimiz, tarzımızı yansıtan ya da yansıtmayan. Büyüdükçe öz bakım becerilerimiz gelişti. Tek başına giyinip çıkarmaya başladık kıyafetlerimizi. Bazen uyumlu giyindik, çevremiz tarafından beğenildik, bazen de “Ne bu hal! altı Kasımpaşa üstü Şişhane” denildi bizlere. Çok giysimiz vardı dolabımızda. O kadar çoktu ki, ne giyeceğimize karar veremiyorduk. Çünkü çocuktuk.
         Şimdi büyüdük. Dolabımızı yenilemek, eski, kötü, yırtık, bizi dalayan, modası geçmiş, rahatsız kıyafetlerimizden kurtulmak; yerine giydiğimizde kendimizi güzel, rahat, şık hissettirecek yeni kıyafetler edinmek artık elimizde. Belki de bir yakınımızın eskidiği halde bizde çok iyi duran, bize yakıştığına emin olduğumuz kıyafetlerini de kullanabiliriz. Yetişkiniz, kendi kararımızı kendimiz verebiliriz.
          Nerede, nasıl giyinmek gerektiğini zaten biliyoruz. Bir iş görüşmesine, düğüne ya da spor salonuna giderken farklı giysilere ihtiyaç duyacağımızı da. Dolabımızda her aktiviteye uygun bir kıyafetimiz varsa, giyinip çıkmanın kolay olacağının da. Eğer uygun kıyafet bulamazsak, acilen ihtiyaçlarımızı karşılamalı ve işimizi kolaylaştırmalıyız. Duruşumuza en uygun kıyafetler dolabımızda hazır bulunmalı. Dergilerden, kataloglardan, moda programlarından, mağazalardan, kendi tasarımlarımızdan, belki de bir filmdeki aktör ya da aktristin giysisinden esinlenerek dolabımız için en uygun şeyleri seçebilir ya da üretebiliriz.

Beden-Zihin-Ruh
Beden Zihni İlişkisi

           İnsan; beden, zihin (duygu ve düşünceler) ve ruh olarak bir bütündür. Eğer bir yerimiz ağrıyorsa, bu gösterdiğimiz performansı etkiler. Bir konuşma yaptığımız sırada dişimizin ağrıdığını hayal edin. Bu durumda konuşmaya başladığımız ilk performansı sürdürebilir miydik? Tuvalet ihtiyacımız hat safhaya çıktığında, gelen bir telefonda rahat konuşabilir miydik? Bedenimiz zihnimizi etkiler ve onlar bir bütün olarak hareket eder. Bu yüzden bedeninize iyi bakın, ona iyi davranın, onu sevin, onaylayın, kabullenin, sağlıklı oldukları ve size yardımcı oldukları için tüm organlarınıza tek tek teşekkür edin ve olumlu düşünme basamaklarını sağlamca örmeye devam edin.
Zihinsel - Bedensel Rahatsızlıklar
          Kendimize, çevremizdekilere ve hayatın tüm içeriklerine karşı ne kadar olumlu bir düşünme yapısı geliştirirsek, bedenimizde o kadar sağlıklı olur. Çünkü zihnimiz bedenimizi etkiler. Madde bağımlılarını düşünün. Kullandıkları maddenin kendilerine zararlı olduğunu bilirler. Bedenlerinde hasara yol açtığını görürler. Çevreleri tarafından maddeyi bırakmaları yönünde baskı yapıldığı halde, kendi istemediği müddetçe ondan kurtulamazlar. Önemli olan bağımlının ne düşündüğü, onun zihinsel yönden nasıl bir tutum takındığıdır, çevresinin değil. İş, sadece bir karara bakar ve ancak o kararı aldığında, o maddeden kurtulmayı başarır. Bedensel tüm rahatsızlıklar da, aslında zihinsel kaynaklıdır. Doğru okudunuz, emin olun. Nasıl yani? diye düşünebilirsiniz.
          Baş, boyun ve sırt ağrıları, migren, ülser, bayılma, titreme, alt ıslatma, kellik, terleme, kaşıntı, sivilceler, kabızlık, verem, güçsüzlük, tırnak yeme, şişmanlık, anoreksiya, öksürük, kulak çınlaması, gastrit, kurdeşen, yorgunluk, astım, uçuklar, boğaz kuruluğu, çarpıntı, aritmi, guatr… bu rahatsızlıkların psikolojik rahatsızlıklara bağlı olduğunu zaten duymuşsunuzdur. Omurga rahatsızlıkları, yüz felci ve diğer felçler, zatürre, zona, varis, sıtma, siğiller, sinüzit, salgı bezi rahatsızlıkları, sağırlık, romatizma, safra kesesi taşları, Parkinson, nasırlar, mantarlar, lösemi, koma, kıllanma, kolestrol, astigmat, miyop, alerjiler… bu ve diğer tüm rahatsızlıkların da aslında zihinsel olduğunu biliyor muydunuz?
          Bir ayı, ininde zamanla ortaya çıkan koku yüzünden, sürekli inini değiştirir dururmuş. nereye gidip yerleşse orası da zaman içinde kokmaya başlar, bu yüzden dayanamaz kendine yeni bir in ararmış. Bir gün bu durumu fark eden yaşlı bilge ayı ona şöyle demiş: “İn değiştirmekle, gerçekte hiçbir şey değiştirmiyorsun. Rahatsız olduğun o koku, inden değil, senden geliyor.”
          Her birimiz belli bir yaşa ulaştık. Kimimiz 15, kimimiz 32, kimimiz 47 yaşında. Bu yaşa kadar ne badireler atlattık, ne sınavlardan sağ çıktık, ne travmalar yaşadık, ne kayıplara üzüldük… ya da şahit olduk etrafımızda. Bizi acımasızca eleştirip yerden yere vuranlar da oldu, düştüğümüz zaman elini uzatıp kaldıran da. Tekme yediğimiz, aldatıldığımız, kandırıldığımız da oldu ya da bunları biz yaşattık başkalarına. “Hayatımı yazsam roman olurdu.” sözünü ne sık duyarız çevremizdeki insanlardan, kimi zaman biz kullanırız bu deyişi geçtiğimiz yolların bizden neler çaldığını veya bize neler kattığını anlatmak için. Hayat tam da budur aslında. Hayat bir bütündür eğrisiyle doğrusuyla. Ailesi tarafından sokağa atılan, kimseye güvenmemeyi öğrenir, öğretmeni tarafından aşağılanan okulu bırakır bazen, tecavüze ya da saldırıya uğrayan hayata kötü bakmaktan alı koyamaz kendini. Yaşadığımız tüm deneyimler, öğrendiğimiz tüm bilgiler sonucu her birimizin farklı düşünceleri, farklı inançlar, farklı tutumları oluşmaya başlar. Bu noktada başlar bedensel rahatsızlıklar. Takındığı zihinsel tutumdur kişiyi rahatsızlandıran ve farkına varılmaz bunun çoğu zaman.
        İyileşmek için bilinçdışına yönelmek, ona gönderdiğimiz olumsuz kalıpların farkına varmak, inançlarımızı sorgulamak, onlar üzerinde çalışmak, iyi olanları saklamak, zararlı olanları atmak gerekir. Zararlı düşüncelerden kurtulalım. Onları bırakalım gitsinler, gitmelerine izin verelim. Onlardan özgürleşelim. Verdiğimiz emeklerin karşılığı, hem bedenen hem zihnen hem de ruhen sağlığa kavuşmak olacak.
Zihin- Beden İlişkisi
      Eğer herhangi bir rahatsızlığınız varsa, emin olun o rahatsızlığınız size bir mesaj vermeye çalışıyordur. O rahatsızlığın olduğu bölgeyi konuşturun. Onu dinleyin, size ne demek istediğine kulak verin. Diyelim ki başınız ağrıyor. Baş ağrınızın ne anlatmaya çalıştığını yakalamaya çalışın. Baş ağrısının en önemli nedenlerinin “İtirazlar, kabul zorlukları, korkular, acımasız özeleştiriler ve değersizlik hislerinizde ki artışlar” olduğunu göreceksiniz.
       Sivilce veya akneleriniz mi var? Muhtemelen size “Kendini kabul et, kendini onayla, kendinle barışık ol, kendini sev, öfkeni kontrol et.” dediklerini duyarsınız.
     Alkol bağımlısı mısınız? Bağımlılığınızı konuşturduğunuzda, muhtemelen “Kendini yararlı hissedeceğin alanlara yönel, yetersizlik hislerinden, aşağılık komplekslerinden kurtulmanın yollarını ara, kendini reddetmeyi bırak ve kendini onayla, hayatına yeni anlamlar kazandır.” diyordur.
        Ayak rahatsızlıklarınız mı var? “Gelecekle ilgili kaygılarından kurtul, hayata neşeyle bak, olumlu düşün, ilerlemek için kendine güven duy.” dediğini duyabilirsiniz.
Örneğin, “Makamına güvenerek beni gaddarca eleştiriyor. Tabi biliyor ona bir şey diyemeyeceğimi ondan yapıyor. Aslında burama kadar (gırtlak bölgesini işaret ederek) geldi, sanki bir yumruk var boğazımda, konuşamıyorum. Ağzıma geleni saymak istiyorum; ama hep kendimi tutuyorum.” diyenlerin daha çok boğaz, boğaz çevresi, ağız hastalıklarından kaçamadığını; ailesine, eşine dostuna güvenmeyen, kendini hayatta yalnız ve korumasız hissedenlerin ya da iletişim problemi yaşayanların çoğunlukla deri rahatsızlıklarıyla mücadele ettiğini, öfke ve intikam planlarının ağız kokusuna neden olduğunu biliyor muydunuz?
Aklınıza gelebilecek tüm rahatsızlıklar, size bir mesaj iletmeye çalışıyor ve size o rahatsızlığa eğilmek, bedeninizin ne anlatmaya, ne göstermeye çalıştığını kavramak düşüyor. Olumlu düşünme üzerinde çalıştıkça, onu hayatınıza uyarladıkça bedensel rahatsızlıklardan kurtulduğunuzu göreceksiniz. Söylediklerime inanmıyorsanız, deneyin, inanmaya başlayacağınıza eminim.
Ruhsal boyut
     Bireyin bir diğer boyutu ise ruhsal; yani tinsel yönüdür. Ancak bu üç boyut dengelendiğinde, bütünsel olarak sağlıklı işlediğinde kişi mutlu olabilir ve içinde bulunduğu anın farkına varabilir. Bu sebeple kişi, bedenine kulak vermeli, onun dilini anlamayı öğrenmeli, ona iyi davranmalı; duygularının ayırtına varmalı, düşüncelerini olumlu hale getirmeli, geçmişten getirdiği zararlı şeyleri kendinden uzaklaştırmalı; tarafsız bir gözle hayatı ve olayları yorumlama yeteneğini geliştirmeli, üçüncü gözünü açmanın, beşinci boyuttan bakmanın yollarını aramalıdır. 


Psk.Tuğba DEMİRÖZ
Images

Aldığımız nefes bir mucizedir

Aldığımız nefes bir mucizedir, verdiğimiz nefes bir mucizedir. Yaşadığımız her an nefes aldığımız her an bir mucizedir.


Aldığımız nefes bir mucizedir, verdiğimiz nefes bir mucizedir. Yaşadığımız her an nefes aldığımız her an bir mucizedir. Bunu söylediğiniz herkes evet, doğru der. Balıklar, kuşlar, böcekler hayatı sorgulamazlar, öfke duymazlar, yargılamazlar, hiç bir şeyi yok etmeyi düşünmezler, hatta evet düşünmedikleri için zihinlerine, yüreklerine başka fısıltılar dolmadığı için sen insan gibi hayata, dünyaya negatif bir etki bırakmazlar. Çöp üretmezler, kirletmezler, ihtiyacından çok almayı, sömürmeyi bilmezler… Onlar sadece yaşadıkları ana bakarlar. İnsan? Düzinelerce kitap devirir. Konuşur, düşünür (!) Tüm dinleri, ruhsal öğretileri altüst eder, toplantılara katılır, deneyimlerine anlam vermeye çalışır, televizyon izler, gazete okur, araştırır, inceler, binlerce ses…. zihin sürekli didikler, gıdıklar, yargılar, tartar, karşılaştırır, ölçer biçer, kullandığı yüzde bilmem kaçlık kapasiteyi az biraz doldurunca sınırsız kaynaktan bir damla öğrenince, hissedince nirvanaya ulaştım sanır içten içe. Kendisine söylenenleri, öğrendiklerini uygulamaya ve anlatmaya başlar. Hep olumlu olmaya çabalar, öyle algılamaya çalışır, tüm kitaplarda yazan o değil mi? Aslında en büyük tuzağa düşülmüştür. Olan şey hükmetmeye çalışmak, güç elde etmeye çalışmak, saygınlık hayranlık uyandırmaya çalışmak ve daha bunların pek çok yavrusudur. Bir gün bir şey olur ve gerçekten dürüstçe içine bakabiliyorsa dışarıdan gelen her şeyin yapıştırma olduğunu hiç bir şeyin onu değiştirmediğini sadece suyun üstünde akıntı olduğunu alt tabakanın hala aynı koyulukta, karanlıkta kaldığını görür. Ya da tam tersine bazı insan da; sorumsuzca, düşünmeden, aramadan, hissetmeden yaşamaya, sadece bir robot gibi gün doldurmaya, önce nafakasını çıkartmaya sonra kefen parasını biriktirmeye bakar yada nerede akşam orada sabah dünyanın nimetlerini sömürmeye çalışır gittiği yere kadar. Yine bir şeyler eksik, ya da fazla. Hani insan bok böceğinden daha üstündü? Peki yanlış olan nedir, insan? İçinde dürüst kalmış gerçek olan asıl İnsan sessiz çığlıklar atar. bir şey yanlış. ben buradayım, içinde Peki yanlış nerede? Neden sana ulaşamıyor gerçek anlamda ya da aslında sen neden duyamıyorsun? Aldığımız nefes bir mucizedir, verdiğimiz nefes bir mucizedir. Yaşadığımız her an nefes aldığımız her an bir mucizedir. Ama her an yaşadığı mucizenin gerçekten farkına varamaz insan. Sadece aldığı verdiği nefesin bile bir mucize olduğunu fark etmez. Şükretmez. Gerçek anlamda şükür? Aslında yaptığı asıl şeyin maddi yada manevi fark etmez; zihninin en ince kıvrımlarında nasıl daha çok alacağını öğrenmek olduğunu fark etmez ya da fark etmek istemez. Oysa insanın asıl doğası sevgi dir. Sevgiye giden yol ise vermek ve şükretmek ten geçer. Ama hiçbir şey istemeden, umut etmeden. Yeryüzüne sevgi titreşimleri vermediğiniz taktirde aldığınız her nefese ihanet ediyorsunuzdur. 


Sevgiyle kalın
Images

Sadece olumlu düşünmek yeterli değildir

Hepimizin rüyaları vardır, değil mi? Hepimiz; ailemizde, arkadaşlarımızda ya da diğer kişilerde belirgin bir yolla şu ya da bu şekilde fark yaratabilen, özel insanlar olduğumuza inanmak isteriz. Yaşamımızın herhangi bir anında, gerçekten neleri istediğimiz ve neleri hak ettiğimiz konusunda bir fikrimiz olmuştur.

Bununla birlikte çoğumuz yaşamın güçlükleriyle karşılaşınca, rüyalarımızı unuturuz. Özlemlerimizin geleceğimizi şekillendirmedeki gücünü unutarak, onları bir kenara bırakırız. Güven ve ümidimizi kaybederiz. Yaşamda herşeyi değiştirecek gücün, içimizde uyuyor olduğunu hatırlamayız. Bugünden başlayarak, bu gücü uyandırabilir ve rüyalarınızı yaşama geçirebilirsiniz.

Olumlu düşünme, şüphesiz önemli bir başlangıçtır. Elbette nelerin ne kadar yanlış olduğu yerine, nelerin nasıl çözümleneceği üzerinde durmalısınız. Ancak tek başına olumlu düşünce, yaşamımızı değiştirmek için yeterli değildir. Nasıl düşündüğünüzü, nasıl hissettiğinizi ve yaşadığınız her gün yaptığınızı değiştirmek için, bazı stratejilere ve adım adım neler yapacağınızı gösteren planlara sahip olmanız gerekir.

Yaşamınızda bazı şeyleri değiştirmek ya da geliştirmek istiyorsunuz değil mi? Değiştirmek istediğiniz şeyleri iki grupta toplayabiliriz; ya hislerimizi (daha fazla güven duymak, korkularımızı yenmek, mutlu olmak, geçmişte olanlar için kendimizi daha iyi hissetmek gibi) ya da eylemlerimizi (sigarayı, içkiyi, ertelemeyi bırakma gibi farklı şeyleri) değiştirmek isteriz. Asıl sorun; herkesin bu değişiklikleri yapmak istemesine rağmen, çok az kişinin bunların nasıl yapılacağını bilmesi ve sonsuza kadar sürdürebilmesidir. Bunun için bazı temel teknikleri kullanarak, yaşamınızın kalitesini denetlemeye ve değiştirmeye başlayabilirsiniz.

Şu anda bu sürecin sizin lehinize çalışması için gerekli olan tek şey, değişimin mümkün olduğuna inanmakla işe başlamaktır. Geçmiş önemli değildir. Geçmişte işe yaramayan hiçbir şeyin, bugün yapacaklarınızla herhangi bir şekilde ilgisi yoktur. Şu anda yapacaklarınız, geleceğinizi şekillendirecektir. Hemen şimdi kendi kendinizin dostu olmalısınız. Olanlar için kendinizi yıpratmak yerine, derhal sorunlarınızın çözümü üzerinde yoğunlaşmalısınız.

YILGINLIK HİSLERİNİZİ TERSİNE ÇEVİREBİLİRSİNİZYaşamda sık sık, gerçekten kontrol edemeyeceğimiz olaylar olur. Çalıştığımız şirket küçülür ve işten çıkarılabiliriz. Eşimiz bizi terk edebilir. Aile fertlerinden biri hasta olabilir ya da ölüme çok yaklaşabilir. Bu gibi durumlarda artık yapabileceğimiz hiçbir şeyin olmadığı hissine kapılabiliriz.

Belki de bir iş bulabilmek ya da sadece kendinizi daha mutlu hissedebilmek için, bildiğiniz her şeyi denemiş olabilirsiniz. Hiçbir şey işe yaramamış gibi gözükebilir. Elimizden gelenin en iyisini yaparak, yeni bir yaklaşımı denediğimizde hala amacımıza ulaşamamışsak, genellikle bunları tekrar denemeyiz. Niçin? Çünkü hepimiz acıdan kaçmak isteriz! Hiç kimse Başarısızlığı tekrar yaşamak istemez. Hiç kimse sadece hayal kırıklığına uğramak için, bütünüyle kendisini vermez. Genellikle bu hayal kırıklığı deneyimlerinden sonra, tekrar denemekten vazgeçeriz! Böylece hiçbir şeyin işe yaramayacağına inandığımız noktaya geliriz.

Halbuki yanılıyorsunuz. Her şeyi yapabilirsiniz! Bugün, algılama ve eylemlerinizi değiştirerek yaşamınızdaki herhangi bir şeyi değiştirebilirsiniz.

Yaşamınızı tersine çevirmede ilk adım, bir şey yapamayacağınız ya da çaresiz olduğunuza ilişkin inancınızdan kurtulmaktır. Bunu nasıl yapabilirsiniz? Genellikle insanlar geçmişte denediklerini, fakat başaramadıklarını söylemektedirler. Yaşamım boyunca geçmiş geleceğiniz değildir ifadesini sık sık kullandığımı hatırlatmak isterim. Dün ne yaptığınız önemli değildir, şimdi ne yaptığınız önemlidir. Bugün yapacaklarınız üzerine yoğunlaşırsanız, her şey daha iyi olacaktır.

Mesaj basittir. Amaçlarınızın peşinde giderken, sabırla ve esneklik duygusunu kaybetmeden, yoğun ve sürekli eylemde bulunur ve çözüm yoktur duygusunu bir kenara bırakırsanız; eninde sonunda istediğinizi elde edersiniz. Derhal, küçük bile olsalar, bugün yapabileceğiniz eylemler üzerinde yoğunlaşmalısınız.

KARAR VERMEK Daha önce yaşamınızın herhangi bir kısmını değiştirebilecek güce sahip olduğunuzu söylemiştim. Peki, o nerededir? Onunla nasıl anlaşacağız? Hepimiz yeni sonuçlara ulaşmak için yeni eylemler yapmak zorunda olduğumuzu biliyoruz, fakat hepimiz eylemlerimize bir kararın babalık yaptığını anlamak zorundayız; kararın gücü, değişimin gücüdür. Tekrar belirtmeliyim ki, yaşamımızdaki olayları her zaman kontrol edemeyiz, fakat bu olaylarla ilgili olarak ne düşüneceğimizi, neye inanacağımızı, ne hissedeceğimizi ve ne yapacağımızı kontrol edebiliriz. Yaşamımızın her anında kendi kendimizi kabul etsek de, etmesek de; yeni seçimlerimizin, yeni eylemlerimizin ve yeni sonuçlarımızın nedeninin sadece bir ya da iki karara bağlı olduğunu hatırlamalıyız. SONUÇTA GELECEĞİMİZİ; YAŞAM KOŞULLARIMIZ DEĞİL, VERDİĞİMİZ KARARLAR BELİRLER.

 Anthony Robbins
 Bir Dosttan PUSULALAR
Images

Aklın kimyası ile aşkın kimyası

Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. Aman sakın kendini diye tembihler.

Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: Bırak kendini, ko gitsin; akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!


Sabretmek, öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.

Şems-i Tebriz
Images

İç Barışın Belirtileri

Eski deneyimlere dayanan korkulardan kaynaklanan düşünceler yerine, ani, kendiliğinden düşünme ve davranma eğilimi.

Uyanık geçirilen her anı Kuşkulardan arınmış ve neşe içinde geçirme yetisi.

 Başkalarını yargılamaya ilginin azalması.

Başkalarının davranışlarını yorumlamaya ilginin azalması.

 Çatışmalara ilginin azalması.


Kaygılanma ve vesvese yetisinin azalması (Bu çok ciddi bir belirtidir).

Sık sık, karşı konulmaz şükran duygularıyla dolma.

Doğayla ve başkalarıyla bağlantı içinde olmaktan dolayı doyumluluk.


Olayları baskı ve zorlamayla gerçekleştirmeye çalışmak yerine, doğal akışları içinde dönüşüme izin verme eğiliminde artış.

Başkalarından yayılan sevgiyi algılamaya duyarlılıkta artış ve sevgiye dolaysızca sevgiyle karşılık verebilme hazırlılığı.
Images

Soruna Değil, Çözüme odaklanın!!!

Doğru soruyu sor ve beyninin hayatını yönlendirecek cevabı bulmasına izin ver.

Kişinin nasıl hissettiğini ve ne yaptığını saptayan, yani eylemlerini yönlendiren, yaşamını şekillendiren, olaylar değil yaşam deneyimlerini kendi kendine nasıl değerlendirdiği ve yorumladığıdır.

Düşünmek dediğimiz şey aslında bir dizi soru sorup cevaplamak... Bizim aslında her an yaptığımız şey sorular sorup, o soruların cevabını beklemek yada aramak. O halde, yaşamımızın kalitesini arttırmak istiyorsak kendi kendimize sormayı adet edindiğimiz soruları değiştirmek zorundayız.

Yapılan araştırmalarda Başarılı gözüken insanla Başarısız insanlar arasındaki fark; Başarılı insanların daha iyi sorular sormaları, dolayısıyla daha iyi cevaplar almaları. Aynı zamanda insanların yaşam kalitelerindeki fark, sürekli sordukları sorular arasındaki farktan gelir.

Özürlü insanların güçlü sorular sorarak belli alanlarda uzmanlaşarak, sağlıklı insanlardan çok daha Başarılı sonuçlar elde ettiklerini görmüşsünüzdür. Neden ben tanrım? Ne yararı var? Denemeye ne gerek var? sorularını sormak yerine, bu durumu nasıl kullanabilirim? Beni sınırlıyormuş gibi gözüken özrüme rağmen, başkalarının hayatlarına nasıl katkıda bulunabilirim? sorularını sordukları için sınırlarını aşarak Başarıyı yakalayabilmişlerdir.

Sorduğumuz sorular aynı zamanda bizim sınırlarımızı da belirler. Hayatımızdaki bütün sınırlarımızı kendi kendimize sorduğumuz sorular belirler, ilişkilerimizden gelirimize, yeteneklerimize kadar.



Sorular, bilinçaltımızın dileklerimizi yerine getirmesine izin veren sihirli birer araçtır. O yüzden soru sorarken dikkatli olmalıyız. Bilinçaltımız sorduğumuz soruları birer emir olarak algılar. Ve cevabını bulmak için otomatik bir program başlatır. Bilinçaltı olumsuz –me, -ma eklerini algılamaz. Bunu yapmaMAlıyım, dediğinizde bilinçaltı bunu yapmak istediğiniz bir şeymiş gibi algılar ve bunu yapmanız için elinden geleni yapar. Bu yüzden yapmak istemediğimiz şeylere değil, yapmak istediğimiz şeylere odaklanmalıyız. Yalnız sorduğumuz sorular değil, sormadığımız sorularda hayatımızı etkiler

Sorduğumuz sorular bizim odak noktamızı belirler. Karşınıza çıkan her türlü sorun için kullanabileceğiniz, sizi probleme değil çözüme odaklayacak olan soruları aşağıda bulabilirsiniz. Bu sorular sizi soruna değil, çözüme odaklayacaktır. Tabii ki kullanırsanız.

Problem çözen sorular:

 Bu problemin harika yanı nedir?
 Neler henüz mükemmel değil?
Bunu istediğim hale getirmek için neleri yapmaya istekliyim?
Bunu istediğim hale getirmek için neleri yapmamaya istekliyim?
Bunu istediğim hale getirmek için gerekenleri yaparken bu süreci nasıl zevkli kılabilirim?
O zaman bütün bunlardan çıkan sonuç, sürekli olarak sizi güçlendiren soruları sormakla ilgili alışkanlık kazanmanız gerekir.


Özellikle kriz anlarında güçlendirici soruları sormak gerekir.Her sabah uyandığımızda kendi kendimize otomatik olarak sorular sorarız. İşe gitmek zorunda mıyım? İşyerinde ne tür zorluklar beni bekliyor? Acaba trafik ne kadar kötü? sorularını sormak yerine, sabahları aşağıdaki soruları sorarak nasıl bir gün geçireceğinizi belirleyebilirsiniz. Unutmayın sorularınızın kalitesi gününüzün kalitesini belirleyecektir.

Bu yazıyı okuyup geçenlerden olacağınızı sanmıyorum. Kendi kendine kazık atacak tiplerden değilseniz, bu soruları not alın ve sabahları kendi kendinize sorarak yaşamınızda bir fark yaratın. Bunu bugün yapın. Ertelemeyin.

 Güçlendiren sabah soruları

Şu anda hayatımda beni mutlu eden şey ne?
Şu anda hayatımda bana heyecan veren şey ne?
Şu anda hayatımda neyden gurur duyuyorum?
Şu anda hayatımda neye minnet duyuyorum?
Şu anda hayatımda en çok neyden zevk alıyorum?
Şu anda hayatımda adanmış olduğum şey ne?
Kimleri seviyorum? Kimler beni seviyor?

Bu soruların her birine birkaç cevap bulmaya çalışın. Eğer bir cevap gelmezse, ne olabilirdi kelimesini ekleyin. Örneğin, şu anda hayatımda mutlu eden bir şey olsaydı, ne olabilirdi?

Yaşamınızda gerçek anlamda bir değişiklik yaratmak istiyorsanız, bireysel gelişiminiz için bu soruları sormayı alışkanlık haline getirin. Bir süre sonra bu soruların alışkanlıkla otomatik olarak çıktığını göreceksiniz.

Unutmayın ki problemler, biz onları problem olarak gördüğümüz için vardır. Bir problemle karşılaştığımızda doğru soruları sorarak, probleme değil çözüme odaklanabiliriz.

Başarılı gözüken bir insanla, Başarısız insanlar arasındaki bir diğer fark da; Başarısız insanlar probleme takılır kalırlar. Problem onların odak noktası olur. Başarılı insanlarsa, problemle karşılaştığında doğru soruları sorarak hemen çözüme odaklanırlar. Bu durumu nasıl tersine çevirebilirim? Bu durumdan nasıl yararlanabilirim? Bu durumdan ne öğrenebilirim? Soruları bizi direk çözüme odaklayacaktır. Yapmamız gereken sadece soruyu sormak. Cevabını bilmek zorunda bile değilsiniz. Sadece doğru soruyu sormanız odak noktanızı değiştirecek ve çözüm kendiliğinden gelecektir .
Images

Basit Anlamlı Bir Hikaye

Bir çiftçi sabah uyandığında gözlerine inanamaz;çünkü tavuk sürülerinin telef olduğunu görmüştür.

Bunun üzerine çiftçimiz pazara gidip yeni bir tavuk sürüsü almaya karar verir ve arabayla yola koyulur yalnız pazara ulaşabilmek için vapurlada karşıya geçmesi gerekmektedir .

Fakat çiftçimiz vapuru kılpayı kaçırmıştır ve pazara gitme işini bir başka güne bırakmış bir şekilde arabayla geri dönmeye karar verir geri dönüş yolculuğu sırasında önünden büyük bir tavuk sürüsünün önünden geçtiğini farkeder bu tavuk sürülerinin takip ettiğinde tellerden geçerek bir kümesin içine girdiklerini görür bunun üzerine çiftçimiz bu tavuk sürülerinin sahibi olduğu evi çalar ve kapıyı yaşlı bir teyze açmıştır ve çiftçi teyzeden tavuk sürülerini satmasını karşılığında istediği ücreti vereceğini söyler.

Teyze çok sevinerek şöyle demiştir ah oğlum eşim hasta olduğu için paraya ihtiyacı olduğunu ve bunun için hayvanları zaten satmak istediğini fakat satamadığını ancak ümidini hiç kaybetmediğini ve hergün birilerinin gelip bu hayvanları satın alcağını düşündüğünü söyler bunları duyan çiftçimiz yaşlı teyzeye hayvanlar karşılığında hem fazla parar verir hemde ertesi gün yaşlı çifte doktor yollar ve hikaye sonunda bu hikayeyi anlatan kişi söyle söyler.

  NE OLURSA OLSUN OLUMSUZ DÜŞÜNMEKTEN KAÇININ SİZ OLUMSUZ DÜŞÜNÜRSENİZ EVREN SİZE OLUMSUZ OLAYLARI OLUMLU DÜŞÜNÜRSENİZ OLUMLU OLAYLARI AYAĞINIZA GETİRİR
Images

Ufak şeyleri dert etmeyin!

Erkenden kalkmaya alışın!
Hayatı olduğu gibi kabul edin!
Tenkit etme isteğinizi bastırın!
Bırakın ara sıra canınız sıkılsın!
Rastgele iyilikler yapmaya çalışın!
Başkalarını suçlamayı artık bırakın!
Her şeye hakim olmaya çalışmayın!
Kusursuz olamayacağınızı kabullenin
Sabrınızı geliştirme egzersizleri yapın!
Her an bir şeyler öğrenmeye açık olun!
Konuşmadan önce derin bir soluk alın!
İnsanların gözlerine bakın ve gülümseyin!
Bırakın, çoğu zaman başkaları haklı olsun!
Aynı anda birkaç şey yapmaya kalkmayın!
Beterin beteri vardır, her hâlinize şükredin!
Olağan şeylerdeki olağanüstünlüğü arayın!
Bugününüzü son gününüzmüş gibi yaşayın!
Herkesin onayını alamayacağınızı unutmayın!
Yaptığınız iyiliklerden bahsetmemeye çalışın!
Bulunduğunuz durumda mutlu olmaya çalışın!
Öfkeniz kabarmaya başlayınca 10-a kadar sayın!
Sizden başka herkesin bilgili olduğunu düşünün!
Başka fikirlerde biraz olsun doğruluk payı arayın!
Her gün biraz vaktinizi, minnettarlık için harcayın!
Gördüğünüz her şeyde Yaradanın izini unutmayın!
Hizmeti, hayatın değişmez bir parçası hâline getirin!
İnatla savunduğunuz iddiaları yumuşatmaya çalışın!
Kimsenin sözünü kesmeyin, cümlesini siz bitirmeyin!
Sahip olmak istediğinizi değil, elde ettiğinizi düşünün!
Daha fazlası daha iyidir, diye düşünmekten vazgeçin!
Herkesin farklı olabileceğini anlayın ve saygı gösterin!
Unutmayın ki, insan edindiği huylardan meydana gelir!
Sevgi kapasitenizi geliştirip, hayatınızı sevgi ile doldurun!
Gerçeği olduğu gibi kabul edin, çünkü hayat âdil değildir!
Ölünce, yapılacak işler listesinin dolu olacağını unutmayın!
Unutmayın, 100 yıl sonra burada bambaşka insanlar olacak!
Olumlu ve olumsuz düşünce kartopunun çığ gibi büyüyeceğini
ve ilerde dağ gibi meseleler çıkaracağını göz önüne alın!
Images

'Hayır'' demesini öğrenmek

En kolay hayır diyenlere bakın, çocuklar olduğunu göreceksiniz (özellikle de 2 yaş civarındaki). Hayır diyebilmek bir onur işidir. Herkesin cesaret edemediği, söyleyemediği bir kelimeyi söyleme eylemidir. Bunu gerçekten yapmak istiyor muyum, yoksa sadece başka birini memnun etmeye mi çalışıyorum? Katkım karşılığında ne elde edeceğim? Eğer bunu yapmaya karar verirsem, bu ödüllendirici olarak mı devam edecek yoksa bunaltıcı bir yük mü olacak? Sınırlarınızı koruyun. Saygı duyulmaya, fikrinizi değiştirmeye ve hayırdemeye hakkınız var. Sınırlarınızı korumanıza karşınızdakinin vereceği tepkiye hazırlıklı olun. Karşınızdaki düşmanca davranışlar gösterebilir, sizi utangaçlıkla, onu yönlendirdiğinizle ilgili suçlayabilir. Ancak onun davranışı ya da tepkisinden siz sorumlu değilsiniz. Eğer değer verdiğiniz biriyse, ona yardım edebilirsiniz ancak kendinizi ondan sorumlu hissetmek zorunda değilsiniz.  Kendi kararlarınızda her türlü hakka sahipsiniz. Zaman isteyin. Karar veremiyorsanız, aceleyle emin olmadığınız bir şeye kalkışmayın. Ne istediğinizden emin değilseniz, karşınızdakinden size saygı göstermesini, zaman vermesini isteyin. Sıkıntı çekmek yerine hayır demesini öğrenmek, stresleri bir hayli azaltıp engelliyor. Çok üzgünüm ama ..." demeden "Hayır" demeyi öğrenin. "Çok üzgünüm ama ..." tarzı ifadeler sizin sağlam basmanızı engeller ve diğer insanları, sizin suçluluk duygularınız üzerinde oynamalarına doğru yönlendirir. Etrafınızda "Hayır" diyebilen birileri varsa onları daha yakından tanımak için gayret sarfedin. Çünkü onlar çok zor anların arkasında durmayı bilen, cesaretli insanlardır.
Images

Kaliteli Yaşamın 38 Altın Kuralı !!!


1. Çok su için.

 2. Kahvaltıyı kral, öğle yemeğini prens ve akşam yemeğini de dilenci gibi yiyin.
 
3. Ağaçlarda ve bitkilerde yetişen yiyecekleri daha çok ve fabrikalarda üretilen yiyecekleri daha az yiyin.
 
4. 3 E ile yaşayın -- Energy, Enthusiasm, and Empathy (enerji, heyecan ve duygu paylaşımı).
 
5. Meditasyon,REİKİ, yoga ve dua yapacak zaman yaratın.

 6. Daha çok oyun oynayın.

 7. 2009’de okuduğunuzdan daha fazla kitap okuyun .
 
8. Her gün en az 10 dakika sessiz olarak oturun.

9. 7 saat uyuyun.


10. Hergün 10-30 dakika yürüyüş yapın. Ve yürürken gülümseyin.
 
KİŞİLİK:

 11. Hayatınızı başkalarınki ile karşılaştırmayın. Onların seyahatinin ne hakkında olduğuna dair hiçbir fikrin yok.
 
12. Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere veya şeylere sahip olmayın. Bunun yerine enerjinizi olumlu şekilde şu an için harcayın.
 
13. Fazla abartmayın. Sınırlarınızı bilin.
 
14. Kendinizi çok ciddiye almayın.
 
15. Kıymetli enerjini gevezelikle, dedikoduyla boşa harcamayın.

 16. Uyanık iken daha fazla hayal kurun.
 
17. Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanmasıdır. Zaten ihtiyacın olan herşeye sahipsin.

18. Geçmiş meseleleri unutun. Partnerinizin geçmiş hatalarını hatırlatmayın. Bu durum mevcut mutluluğunuzu bozar.
 
19. Hayat, birisine kin duyarak zamanı boşa harcamak için çok kısadır. Kimseden nefret etmeyin.

 20. Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiki zamanı bozmasın.
 
21. Senden başka hiç kimse senin mutluluğundan sorumlu değildir.
 
22. Hayatın bir okul olduğunu ve öğrenmek için burada olduğumuzu unutmayın. Problemler, cebir dersi gibi gelip giden ancak aldığımız derslerin bir ömür boyu devam ettiği eğitim programının bir parçasıdır.
 
23. Daha fazla gülümseyin ve gülün.
 
24. Her tartışmayı kazanmak durumunda değilsiniz. Aynı fikirde olmamak için anlaşın.
 
SOSYAL YAŞANTI:
 
25. Ailenizi sık arayın.

 26. Her gün diğerlerine iyi bir şey verin.
 
27. Herkesi herşey için affedin.
 
28. 70 yaşından büyük ve 6 yaşından küçük kimselerle vakit geçirin.


29. Hergün en az 3 kişiye gülümseyin ve tanımadığınız en az 1 kişiye “GÜNAYDIN” deyin.
 
30. Başkalarının senin hakkında ne düşündüğü seni ilgilendirmez.


31. Hasta olduğun zaman işin sana bakmamalı. Arkadaşların bakmalı. Onlarla temasta olun.
 
HAYAT:

32. Doğru şeyi yapın!
 
33. Faydalı, güzel veya neşe dolu olmayan herşeyden uzak durun.
 
34. TANRI herşeyi iyileştirir.


35. Bir durum iyi veya kötü olsun, nasılsa değişecektir.
 
36. Nasıl hissettiğinizin önemi yok, haydi kalkın, giyinin ve ortaya çıkın.
 
37. En iyisine henüz sıra gelmedi.
 
38. Sabah sağlıklı olarak uyandığınız zaman, bunun için TANRI’ya şükredin.
Images

Uzun Yaşamanın 19 Sırrı

1- SAĞLIĞA DİKKAT 

YILDA bir kez düzenli olarak check-up yaptırıyor musunuz? Eğer bu soruya "evet" cevabı verebiliyorsanız ömrünüze üç yıl daha ekleyebilirsiniz. Yok eğer "hayır" diyorsanız ömrünüzden üç yıl eksiltmeniz gerekiyor.

2- NİNELER VE DEDELER 

EĞER büyükanneniz ya da büyükbabanız 80 yaşına kadar yaşadıysa 3 yıl daha kazandınız demektir.

3- ÇALIŞMAYI SEVMEK 

HİÇ gönüllü olarak çalıştınız mı? "Evet"se iki yıl daha ekleyin.

4- EĞİTİM DE ÖNEMLİ 

AMERİKA'DA yapılan bir araştırmaya göre üniversite mezunlarının daha uzun yaşadığı ortaya çıktı. Siz de üniversite mezunuysanız ömür hanenize iki yıl daha eklenmiş demektir.

5- BEKARLIK TEHLİKESİ 

BU araştırmayla "bekarlık sultanlıklıktır" anlayışı da tarihe karışacak gibi görünüyor. Çünkü yalnız yaşanlar daha pasif bir yaşam sürdürdükler için ömürlerinden üç yıl eksiliyor.

6- BOL BOL GÜLÜN 

MİZAH anlayışınız varsa bu "+3", yoksa "-3" demek oluyor.

7- İLLA DA DOST 

"DOST" kavramının insan hayatında önemli bir yeri vardır. Sorunlarınızı dinleyecek yakın bir dosta sahip olmanın ömrünüze iki yıl eklediğini, dostunuzun olmamasının ömrünüzden iki yıl götürdüğünü tahmin eder miydiniz?

8- ZEKAYI ÇALIŞTIR 

BEYİN cimnastiği yapmak insan hayatına 4 yıl daha kazandırıyor.

9- SPORU AKSATMAYIN 

BEYİN cimnastiğinin yanı sıra bir de düzenli olarak spor yapıyorsanız bu size üç yıl daha kazandırıyor.

10- BİLİNÇLİ YEMEK 

DENGELİ besleniyorsanız 2 yıl ekleyin, bilinçsizce yiyiyorum diyorsanız 3 yıl eksiltin.

11- KARARLI DİYET 

SÜREKLİ diyete başlayıp bırakıyorsanız 5 yıl eksiltin.

12- NİKOTİNİ UNUTUN 

SİGARA içiyorsanız 8 yılınızı silip atın.

13- YA PASİFLER... 

PASİF içici durumundaysınız bu kez 2 yılınızı silip atmanız gerekiyor.

14- KİLO YOK MU KİLO 

EĞER olmanız gereken kilodan her yıl sadece birkaç kilo oynuyorsa, ama olmanız gereken kiloyla aldığınız kilolar arasında uçurumlar varsa, bu sizin hayatınızdan üç yıl daha eksiltmeniz anlamına geliyor.

15- HAYVANLARI SEVİN 

KÖPEK ya da kedi gibi aktif hayvanlarınız varsa 2, balık gibi pasif hayvanlarınız varsa bir yıl ekleyin.

16- KIZIN VARSA İYİ 

İKİ ya da daha fazla kız çocuğunuz varsa üç yıl ekleyin.

17- DÜZENLİ YÜRÜYÜN

HER GÜN düzenli yürüyorsanız +2, sürekli araçlarla gidip geliyorsanız üç yıl eksiltin.

18- AŞK 

EĞER aşık değilseniz vakit kaybetmeyin çünkü aşk insan hayatının 7 yıl daha uzamasına neden oluyor.

19-OLUMLU BAKIŞ 

EĞER hayata olumlu bakıyorsanız ve uzun yıllar yaşamak istiyorsanız 5 yıl daha kazandınız demektir.
Images

Sonsuz Enerjinin Parçasısın

    Sen Sonsuz bir enerjinin parçasısın, sonsuz bir okyanusta bir dalgasın. Bunu hatırlayabilirsen asla enerji kaybına uğramazsın,  çünkü sonsuz bir kaynak daima elinin altındadır. Sen sadece  bir dalgasın  ve derinlerde  bir yerdede okyanus gizli.
     Doğuyorsun; kim seni doğuran?  Kim sana bedeninin  içine girecek enerjiyi veriyor?      Bedene otomatik, hassas bir mekanizma, bir organizmaya dönüşme enerjisini kim sağlıyor?
     Beden  yetmiş seksen, hatta yüz yıl boyunca hayatta kalmaya devam ediyor.
    Demek ki hatırlanılması gereken ilk şey sonsuz bir enerjinin bir parçası olduğundur. Bunu sürekli hatırla ve hisset. Yürürken, yerken, uyurken- sonsuz olduğunu hisset.
   Upanishadlar’ın  söylediğide budur:  Daima kendini  brahman gibi ebedi hisset. Bunu gitgide daha fazla hissedebilirsen hiç enerji kaybetmediğinin farkına varacaksın. Kaynak senin için ulaşılabilir olacak. Bir araç olacaksın. O  zaman ne istersen yap.
    İnsan  aklının yanılsamalarından biri de bu bir şey yapmakla enerji kaybedeceğin fikridir. Hayır sana enerji kaybettiren şey yaptığın eylem değil, bir şey yaparak enerji kaybedeceğin fikrinin ta kendisidir. Yoksa  bir şey yaparak da enerji kazanabilirsinde,  tabi ki bu fikre sahipsen. Hiçbir fikrin yoksa da yine enerji kaybetmemiş olursun.
    Bedenin  bir dinamo gibidir.  Onu ne kadar kullanırsan, sonsuz enerji kaynağından da o kadar enerji sağlanmış olur sana. Onu kullanmazsan yeni enerji stoğuna da gerek kalmaz.  Sonra gitgide stok tükenir. Ne kadar aktif olursan o kadar enerjin olur. Hareketsizleştiğinde  fazlasıyla enerji kaybedersin. Enerji aktiviteyle kaybedilmez , tam tersine tazelenir. Sen enerjiyi kullandıkça , kaynaktanda sana daha çok enerji gelir. Aktiviteden  dolayı enerji kaybettiğimize dair yanlış  bir kanı var insan zihninde.  Hayır, ne kadar aktif olursak, o kadar enerjimiz olur,  ne  kadar az aktivite  o kadar az enerji. Ve bu hayatın  tüm boyutlarındaki aktiviteler için geçerlidir.  Ne kadar çok seversen, verecek o kadar çok sevgin olur.  Cimrilik edip   ‘’ Çok seversem   sevgimi dağıtmış olacağım ve er ya da geç sevgim tükenecek, en iyisi onu kendime saklıyım’’ dersen sevgin ölür  ve artık sevemez olursun.
    Ne kadar çok seversen o kadar çok sevgi elinin  altında olur;  ne kadar çok kullanırsan o kadar çok sahip olursun. Hayatın kanunu  budur.  Merhamet, sevgi, aktivite,boyut ne söz konusu olursa olsun aynı kanun geçerlidir. Neyin daha çok olmasını istiyorsan, sevgini elinden geldiği kadar çok paylaşmaya devam et. Cimri olma, ancak cimriler enerji kaybeder.  Ve hepimiz cimriyiz, bu yüzden  kendimizi hep bitip tükenmiş gibi hissediyoruz.
Osho
Images

Yürekli Olmalı İnsan

İnsan…Hayata her zaman soyunuk olmalı..istedigini istediği biçimde giyinebilmek için..her şekil güzel durmaz insanda..bilmeli insan hayatın neresinde durduğunu…ve görebilmeli rengini..almalı kokusunu hayatın..insanın hası gibi..adam gibi yaşamalı..dolu olsa bile bardak, hep bir damla bırakabilmeli taşırmadan bardağı..eritmeli alttan çünkü her yeni gelene yer açmak için…İnsan…Biraz basit olmalı..dediği anlaşılmalı, yaptığı konuşulmalı..Basit dediysem, sade..yalın..kendi yani…düşündüğü tanıdık..yaşadığı tanıdık..yani biraz sen biraz ben olabilmeli..kendinin bile anlayamadığı metropollüklere girmeden,Fikrini zikrinde görebilmeli..İnsan…Kafa tutabilmeli..kullanım süresini dolduran hayat değil de bizlersek..hakkını sapına kadar vermeli bu sürecin.ezilmeden, büzülmeden..zaman kapkaçcılığı yapmadan,hüzün korsanlığına soyunmadan..ne eksik..ne fazla..tastamam..Ya kadın gibi kadın..ya adam gibi adam…ama önce insan..Yaşadığı hayatın kendisi,okuduğu her öykünün bir parçası olmalı..öyle dolu yaşamalı ki …Her öyküden almalı biraz nasibini..İnsan….Darlığı da bilmeli, bolluğu da..Darlıkta daralmadan…bollukta şımarmadan..Yalın, çıplak…öyle bir hüküm sürmeli ki aleni,üstü açık,milletin gözüne soka soka..meydanlarda..hayatın arka mahallelerinde kurmamalı egemenliğini..Ya da burjuva caddelerinde kölelik yapmamalı kendinden geçmiş krallıklara..İnsan…Her zaman biraz yalnız olmalı..ama bilmeli yalnızlığında bile kalabalık olabilmeyi..yada onca kalabalığın arasında yalnız kalabilmeyi de sindirmeli..ve o sindirmelerde artırabilmeli hayatını…her duruma hazırlamalı kendini..her konumun insanı olmalı…yakışmalı giydiği her elbise…takındığı her tavır..hayat denilen sanatı iyi uygulamalı..yazdığı okunur, cizdiği bakılır, oynadığı seyredilir olmalı..her rolün adamı olmaktansa oynadığı role sahiplenmeli önce…İnsan…Her vakit, her an yürekli olmalı..öyle yürekli olmalı ki…sevdalar yakışmalı ona..sevda o olmalı…çiçeğe bakınca balı, sevgiliye bakınca aşkı görebilmeli..Öyle bir sevdalanmalı ki… dibine vurmalı…ağlamaksa ağlamak…gülmekse gülmek…özlemekse özlemek…yanlışsa yermeyi, güzelse övmeyi bilerek…Sana ihtiyacım var diyebilmeli insan …ihtiyaç duyulduğunda aranılanlar listesine girebilmeli…mükemmel değil kendi gibi gelebilmeli…konuşurken korkmadan, dokunurken ürkmeden, hatta saçmalayabilmeli yanında mahcubiyet bilmeden…biraz senden olmalı..biraz ondan….Sevdalı olmalı işte..ötesi ne…biraz yanık, biraz tutuk, biraz uçuk…alışkanlık yapacak kadar sen…her an gidecekmiş gibi yabancı…ama yinede öyle sevdalanmalı ki insan…sevdası kimliğine yapışmalı…ve haykırabilmeli tüm dünyaya…“seviyorum ulan”….

Bütün olumsuz taraflarıma ragmen genelde budur ben...öfkelerini,sevinçlerini,sevdalarını,acılarını nasıl yaşanması gerekiyorsa yaşayan..biraz deli, biraz çılgın ama sevgili, eş, anne,ve evlat yanı ağır basan..ve dost...olmazsa olmazlardan..kısaca biraz insan...
Images

Bazen olmaz ; hayat istediğini sunmaz, sunsa da uymaz……



O yaşların arkasında ruhunun her kayıpta kazandıklarını sakın ha hafife alma.... Bazen olmaz ……Bazen olmaz ; hayat istediğini sunmaz, sunsa da uymaz……Ya zaman yanlıştır; ya mekan belki de insan……Bazen olmaz, ne kadar istesen de gönlünü isteğinin yoluna düşürsen de bazen olmaz……O zaman kalan iki damla yaştır sanma ;O yaşların arkasında ruhunun her kayıpta kazandıklarını sakın ha hafife alma…Hayat her zaman istediğimiz gibi akmaz. Çok çalışır çabalarsınız ama puan istediğiniz okulu tutmaz; çok beklediğiniz emek verdiğiniz bir iş vardır görüşme tarihi size uymaz…..Canınız kadar sevdiğiniz dostunuz vardır ; zaman içinde saptığı yollar sizin yollarınız ile uyuşmaz.Aşıksınızdır; eliniz ayağınız karışır görünce ;bir gülüşü içinizi yakar, ama ne yazık ki zaman ayrılığı çalar……..Bazen olmaz hayat size umduğunuzu sunmaz………


O zaman size düşen vedadır geçmiş umutlara; belki de aşkı bırakmak başka bahara; ya da çalışmak başka bir sınava….Belki de bunların içinde en zor bırakılacak olan dosttur; kim bilir belki de arada bir içilecek ortak bir fincan kahve bulunur…………


İşte bizi en çok o zaman hayat sınar….Neredeyiz, sunulanları alamayınca hangi yürekteyiz; biz biz miyiz yoksa tutunduğumuz ince iplikler miyiz?Tutunmalara takılıp giden miyiz; yoksa tutunmalardan sıyrılmayı başarıp da gerçek hedefi, gerçek bizi görecek miyiz?Bazen olmaz; aşkta , işte, dostlukta ve yaşamda bazen maya tutmaz………O zaman kalan iki damla yaştır sanma……O yaşların arkasında ruhunun her kayıpta kazandıklarını sakın hafife alma….

Yonca AYAS
DENENMİŞ DENEMELER. AŞK' A DAİR DENEMELER
Images

Yaşamın Kuralları

Doğarken dünyaya bir kullanma kılavuzu ile gelmediniz; aşağıdaki kurallar yaşamınızı daha iyi kılmak içindir.

1. Size bir vücut verilecektir. Onu beğenebilir ya da ondan nefret edebilirsiniz, ancak kesin olan bir şey varsa o da ömrünüzün geri kalanı boyunca ona sahip olacağınızdır.

2. Dersler öğreneceksiniz. “Yeryüzünde Yaşam” isimli tam zamanlı bir okula kaydoluyorsunuz. Her kişi veya her olay birer Evrensel Öğretmen’dir..

3. Hatalar yoktur, yalnızca dersler vardır. Büyümek bir deneyim sürecidir.  “Başarı” kadar “yenilgiler” de bu sürecin bir parçasıdır.

4. Bir ders öğrenilene kadar tekrar edilir. Bu ders, ta ki siz öğrenene kadar size çeşitli biçimlerde anlatılır. Ancak ondan sonra bir sonraki derse geçebilirsiniz..

5. Eğer kolay dersleri öğrenemezseniz bu dersler giderek zorlaşırlar. Dışsal sorunlar içsel durumunuzun kesin bir yansımasıdır. İçsel engelleri ortadan kaldırdığınız zaman dış dünyanız değişir. Acı, evrenin sizin dikkatinizi çekme şeklidir.

6. Davranışlarınız değiştiği zaman bir dersi öğrenmiş olduğunuzu anlarsınız.. Bilgelik egzersizdir. Bir şeyin bir parçası, hiç bir şeyin bir çoğundan daha iyidir.

7. “Bura”dan daha iyi bir “orası” yoktur. “Orası” dediğiniz yer “burası” olduğu zaman gene “bura”ya kıyasla daha iyiymiş gibi görünen bir “orası” olacaktır.

8. Diğer insanlar yalnızca sizin aynanızdırlar. Diğer bir kişinin bir yönü sizin kendinizde sevdiğiniz ya da nefret ettiğiniz bir yönünüzü yansıtmadıkça onu sevmeniz ya da ondan nefret etmeniz mümkün değildir.

9. Yaşamınız size bağlıdır. Yaşam size tuvali sunar, resmi siz yaparsınız. Yaşamınıza sahip çıkın, yoksa başkası sahip çıkacaktır.

10. Daima ne isterseniz onu alırsınız. Bilinçaltınız kendinize çektiğiniz enerjileri, deneyimleri ve insanları  doğrulukla belirler — dolayısıyla ne istediğinizi bilmenin en güvenilir yolu neye sahip olduğunuzu görebilmektir. Kurbanlar yoktur, yalnızca öğrenciler vardır.

11. Doğru ya da yanlış yoktur, ama sonuçlar vardır. Ahlaki yaklaşımların faydası olmaz. Yargılamalar ise yalnızca davranış kalıplarını korumak içindir. Yalnızca yapabildiğinizin en iyisini yapın.

12. Cevaplar kendi içinizdedir. Çocukların başkalarının rehberliğine ihtiyacı vardır; bizler ise olgunlaştıkça “Ruhun Yasaları”nın yazılı olduğu kalbimize güveniriz. Bildikleriniz duyduklarınızdan, okuduklarınızdan ya da size söylenenlerden çok daha fazladır. Yapmanız gereken yegâne şey bakmak, dinlemek ve güvenmektir.

13. Tüm bunları unutacaksınız.

14. Ne zaman arzu ederseniz hatırlayabilirsiniz.

Cherie Carter-Scott’un “If Life is a Game, These are the Rules” adlı kitabından alınmıştır.
Images

NEŞELİ OLMANIN GÜCÜ

“Siz önce güleryüzlü olmayı öğreniniz. İşte o zaman, alnınızda çizgiler olmaz. Ve işte o zaman, bir gönüle girmenin anahtarı elinizdedir.”

“Güleryüz, önce konuşan dilden önemlidir. Daha sonra dilinizle gözleriniz gülsün.”

 Dünya kederlerle, yoksulluklarla, hastalıklarla o kadar dolmuştur ki, ruhlarımıza çöken kara bulutları dağıtacak bir güneşe ihtiyacımız vardır. Dünyanın sevinç ve neşe ekici insanlara ihtiyacı vardır; yükselten ve ferahlandıran, ümit ve cesaret telkin eden insanlara.

Neşeli bir ruh ne büyük bir zenginlik hazinesidir!. İyimser olabilmek kıymetli bir mirastır!. Zira sükûnet ve barış daima onunla beraberdir. Onun ışığı etrafındaki gölgeleri kovar; kederli kalpleri aydınlatır. Onun kudreti ümitsizlere bile sevinç ve cesaret getirir. Hele iyimserlik özelliği, sevimlilik, nezaket ve yüz güzelliğiyle bir arada bulunursa, yer yüzünün hiçbir hazinesi bununla kıyaslanamaz. Bu paha biçilmez nimeti elde etmek sanıldığı kadar zor değildir; zira neşeli bir yüz, sıcak ve cömert bir kalbin yansımasıdır. İçteki güneş, ilk önce yüzde değil ruhta doğar, oradan yüze yansır. Yüze parlaklık ve çekicilik veren tatlı gülümseme içimizdeki güneş ışığından başka bir şey değildir.

Karşılaştığımız insanlara sempati ve ilgi göstermelisiniz. Herkes için iyi düşünceler ve duygular beslemelisiniz. Kendinizde bulunan iyi özelliklerimizi geliştirirseniz, başkalarının güzel ve asil duygularını anlamaya ve bu duyguları onlarda da yaratmaya güç kazanabilirsiniz.

Güneş gölgeleri kovduğu gibi, neşeli insanlar da ilişkide oldukları insanlardan kederi, tasa ve kaygıyı kovarlar. Neşeli insanlar somurtkanların bulundukları bir ortama girdikleri zaman, bulutlar arasından parlıyan güneş gibi ışık şaçarlar. Herkes yeni geleni görmekten huzur duyar; diller çözülür; ortam neşe ve sevinçle parlar.

Neşeli olabilmek hayatınızda kendinize ve başkalarına yapabileceğiniz iyiliklerin en büyüğüdür. Böyle bir ruh hali, yapacağınız her atılımda, mesleğinizde de sizi başarıya götürecektir. İşler, siz aramadan, kendiliğinden size gelecektir, dostlarınız sizi arayacaktır, toplum bütün kapılarını size açacaktır. Çünkü neşeli bir mizaçta çekim gücü vardır. O hayatın iyi şeylerini çeken bir mıknatıstır.


O. Swett Marden
Images

İÇİNDE BULUNDUĞUN AN'I YAŞAMAK

“Geçmişi düşünmeden, anı değerlendiren, geleceği de kazanır.”
Kafamızın sağlam olması büyük ölçüde, içinde bulunduğumuz anı ne kadar yaşayabildiğimize bağlıdır. Bir gün veya bir yıl önce neler olduğu, ya da, ertesi gün neler olabileceğinin önemi yoktur. Sizin var olduğunuz yer, içinde bulunduğunuz andır. Bu her zaman böyledir.
Ne var ki, çoğumuz birçok şeyi aynı anda dert etme sanatında ustalaşmışızdır. Geçmişteki sorunlarımız ve geleceğe yönelik endişelerimiz yaşadığımız ana hükmettikçe, biz de kaygılarla ve ümitsizlikle dolu bir bunalıma gireriz. Bu durumdayken hayattan zevk almayı, önceliklerimizi ve mutluluğumuzu ileri bir tarihe erteleyerek, gelecekte “bir günün” bugünden daha iyi olacağına inanmaya çalışırız. Ne yazık ki,  şimdi bize geleceğe bakmamızı söyleyen zihniyet,  bunu hep tekrarlar ve o “bir gün” bir türlü gelmez. Yaşam biz başka planlar yapmakla meşgulken, çocuklarımız büyür,  sevdiğimiz insanlar bizden uzağa taşınırlar, kimi ölür, bedenimiz giderek biçim değiştirir; bu arada hayallerimiz uçup gidiyordur. Kısacası, hayatı ıskalıyoruzdur.
Çoğu insan hayatını, sanki gelecekte kullanacağı bir elbisenin provasıymış gibi yaşar. Oysa, hiç öyle değildir. Kimsenin yarın burada olacağına güvencesi yoktur. Sahip olduğumuz ve kontrol edebildiğimiz tek zaman, içinde bulunduğumuz andır. Aklımızı yaşadağımız ana verebilirsek, içimizden korkuyu atabiliriz. Bu korku gelecekte olabileceğinden kaygı duyduğumuz olaylardır… İleride parasız kalabiliriz, çocuklarımızın başı derde girer, yaşlanacak ve öleceğiz, diye duyduğumuz endişelerdir.
Korkuyla savaşmak için en iyi yol, dikkatinizi tekrar şimdiki zamana döndürmektir. Bundan böyle dikkatinizi bulunduğunuz yere ve o ana vermeye çalışın. Gayretinizin karşılığını fazlasıyla alacaksınız.
Dr. Richard Carlson
Images

Bana gelip aşktan korktuğunu söyleyen insanların sayısının çokluğu beni her zaman şaşırtmıştır.

Bana gelip aşktan korktuğunu söyleyen insanların sayısının çokluğu beni her zaman şaşırtmıştır. Aşk korkusu nedir? Bunun nedeni birisini gerçekten sevdiğinde egonun eriyip kaybolmaya başlamasıdır. Ego ile birlikte sevemezsin, ego bir engele dönüşür. Ve sen kendinle diğer kişi arasındaki engeli kaldırmak istediğinde ego, "Bunun sonu ölüm olacak, dikkat et!" der.

Egonun ölümü senin ölümün değildir, egonun ölümü gerçekte senin yaşam olasılığındır. Ego sadece senin etrafındaki ölü bir kabuktur, o kırılıp atılmalıdır. O varlığa doğal bir şekilde erişir; tıpkı bir seyyahın elbiselerinin, bedeninin üzerine tozları toplaması gibidir. Ve o bu tozdan kurtulmak için yıkanmak zorundadır. Biz zaman içerisinde ilerlerken tecrübelerimizin, sahip olduğumuz bilginin,yaşamış olduğumuz hayatın, geçmişin tozunu toplarız. Bu toz egoya dönüşür. O birikir ve kırılıp atılması gereken etrafındaki bir kabuğa dönüşür. Kişi her gün, aslında her an yıkanmak zorundadır. Böylelikle bu kabuk asla bir hapishaneye dönüşmez.

Egonun nereden geldiğini, köklerini anlamak faydalı olacaktır.

Bir çocuk, özellikle insan evladı doğar ve mutlak surette çaresizdir. O başkalarının yardımı olmadan hayatta kalamaz. Hayvanların, ağaçların, kuşların yavrularının pek çoğu anne babası olmaksızın,toplum olmaksızın, aile olmaksızın hayatta kalabilir. Arada bir yardıma ihtiyaç duyulsa da bu çok küçük bir şeydir; birkaç gün en fazla birkaç ay. Ancak insan evladı öylesine çaresizdir ki başkalarınayıllar boyunca bağımlı kalmak zorundadır. Köklerin aranması gereken yer burasıdır.

Niçin çaresizlik insan egosunu yaratır? Çocuk çaresizdir, başkalarına bağımlıdır ama ancak çocuğun cahil zihni bu bağımlılığı sanki kendisi dünyanın merkeziymiş gibi yorumlar. Çocuk, "Ne zaman ağlarsam annem hemen koşar, ne zaman acıksam sadece bir işaret vermeliyim ve meme bana verilir. Ne zaman altım ıslansa sadece azıcık bağırmak ve birisi gelir ve elbiselerimi değiştirir" diye düşünür. Çocuk bir imparator gibi yaşar. Aslında o kesinlikle çaresizdir ve bağımlıdır ve anne baba, aile ve onun bakıcıları onun hayatta kalmasına hep birlikte yardım ediyorlar. Onlar çocuğa bağımlı değildir, çocuk onlara bağımlıdır. Ancak çocuğun zihni bunu, sanki o dünyanın merkeziymiş gibi algılar. Sanki tüm dünya onun için varmış gibi yorumlar.

Ve çocuğun dünyası elbette başlangıçta çok küçüktür. O anne, bakıcı ve kenarda duran babadan oluşur; çocuğun tüm dünyası budur. Bu insanlar çocuğu sever ve çocuk giderek daha çok ve daha çok egoist hale gelir. O kendisini varoluşun tam merkezinde hisseder ve bu şekilde ego yaratılır. Bağımlılık ve çaresizlik aracılığıyla ego yaratılır. Aslında çocuğun gerçek durumu düşündüğünün tam tersidir, böylesi bir egoyu yaratmak için gerçek bir neden yoktur. Ancak çocuk tamamıyla cahildir, o bu şeyin karmaşıklığını anlayabilecek kapasitede değildir. O çaresiz olduğunu bilemez, o diktatör olduğunu düşünür. Ve sonra tüm hayatı boyunca diktatör olarak kalmaya çalışacaktır. O bir Napolyon, bir İskender, bir Adolf Hitler haline gelecektir; senin başkanlarının, başbakanlarının, diktatörlerinin hepsi çocukturlar. Onlar çocukken tecrübe ettikleri şeyin aynısını elde etmeye çalışıyorlar; onlar tümvaroluşun merkezi olmak istiyorlar. Onlarla birlikte dünya yaşamalı ve ölmelidir; tüm dünya onların çeperidir ve kendileri de onun merkezidir; yaşamın anlamının ta kendisi onların içinde gizlidir.Çocuk elbette doğal olarak bu yorumun doğru olduğunu görür çünkü annesi ona baktığında annenin gözlerinde onun hayatının anlamı olduğunu görür. Baba eve geldiğinde çocuk babanın hayatının anlamının kendisi olduğunu hisseder. Bu üç ya da dört yıl sürer. Ve hayatın başlangıcındaki yıllar en önemli yıllardır; bir kimsenin hayatında asla aynı potansiyele sahip bir zaman olmayacaktır.

Psikologlar ilk dört yıldan sonra çocuğun neredeyse tamamlandığını söylüyorlar. Tüm kalıp sabitlenir; hayatın geri kalanının tümünde farklı durumlarda aynı kalıbı tekrarlayacaksın. Ve yedi yaşına doğruçocuk, tüm tavırlarını doğrulamıştır, onun egosu yerleşmiştir. Artık o dünyanın içine girer. Ve o zaman her yerde sorunlarla karşılaşır, milyonlarca problem. Bir kez sen aile çemberinin dışına çıktığındasorunlar ortaya çıkacaktır; çünkü hiç kimse seni annenin babanın umursadığı gibi umursamaz, hiç kimse seni babanın seni düşündüğü kadar düşünmez. Aslında her yerde sen kayıtsızlıkla karşılaşırsın ve ego incinir.

Ancak artık kalıp yerleşmiştir. Bu incitici olsun ya da olmasın çocuk kalıbı değiştiremez; o artık varlığına damga vurmuştur. O diğer çocuklarla oynayacaktır ve onlara hükmetmeye çalışacaktır. O okula gidecektir ve tahakküm etmeye, sınıfında birinci olmaya, en önemli öğrenci olmaya çalışacaktır. O üstün olduğuna inanabilir ama diğer çocukların da aynı şekilde inanca sahip olduğunu görür. Çatışma vardır, egolar vardır, kavga vardır, mücadele vardır.

O zaman bu hayatın tüm hikâyesi halini alır: Etrafında tıpkı senin gibi milyonlarca ego vardır ve herkes zenginlik, iktidar, politika, bilgi, kudret, yalanlar, ikiyüzlülükler, gösteriş aracılığıyla kontrol etmeye, tahakküm etmeye, avantajlı hale gelmeye çalışıyor. Dinde ve ahlakta bile herkes hükmetmeye, tüm dünyanın geri kalanına, "Dünyanın merkezi benim" diye göstermeye çalışıyor.

İnsanlar arasındaki sorunların kökeni budur. Bu kavram yüzünden sen her zaman için biri ya da diğeri ile mücadele ve çatışma halindesin. Başkaları senin düşmanın olduğu için değil; diğer herkes de tıpkı senin gibidir, aynı teknededir. Diğer herkes için durum aynıdır; onlar da aynı şekilde yetiştirilmişlerdir.

Batı'da, çocuklar anneleri ve babaları olmadan yetiştirilmediği sürece dünyanın asla huzur bulamayacağını iddia eden belirli bir psikanaliz okulu vardır. Onlara desteklemiyorum çünkü o zaman çocuklar herhangi bir şekilde asla yetişmeyecektir. Bu psikologların iddialarında doğru olan bir şey vardır ama bu çok tehlikeli bir fikirdir. Çünkü çocuklar bakım evlerinde anne ve babalar olmaksızın, hiç sevgi olmaksızın, mutlak bir kayıtsızlıkla yetiştirilirlerse onların ego ile ilgili problemleri olmayabilir ama onların belki de daha çok zarar verecek, daha tehlikeli olan problemleri olacaktır.

Eğer çocuk tam bir kayıtsızlıkla yetişirse onun bir merkezi olmayacaktır. O kim olduğunu bilmeyen bir karmaşa, şekilsiz bir karmaşa olacaktır. Onun herhangi bir kimliği olmayacaktır. Korkak, ürkek… o korku olmaksızın tek bir adım bile atamayacaktır çünkü onu hiç kimse sevmemiştir. Elbette ego olmayacaktır ama o olmadan onun hiçbir merkezi olmayacaktır. O bir buda haline gelmeyecektir, o sadece sakatlanmış ve donuklaşmış olacak, her zaman korku hissedecektir. Sevgi seni korkusuz hissettirebilmek, kabullenildiğini, faydasız olmadığını, çöplüğe bırakılamayacağını hissettirmek için gereklidir. Eğer çocuklar sevginin eksik olduğu bir durumda yetiştirilirse onların egoları olmayacaktır bu doğru. Onların yaşamında çok fazla mücadele ve kavga olmayacaktır. Ancak onlar kendileri için kendi haklarını savunamayacaklardır. Onlar her zaman uçuş halinde olacak, herkesten kaçacak, kendi varlıklarının içinde gizleneceklerdir. Onlar budalar haline gelmeyecektir, onlar yaşam enerjisi ile ışıldamayacaklardır, onlar merkezlenmiş, huzurlu, yuvalarında olmayacaklardı r. Onlar basitçe egzantrik, merkezin dışında olacaktır. Bu da iyi bir durum olmayacaktır.

Dolayısıyla bu psikologları desteklemiyorum. Onların yaklaşımı insanlar değil, robotlar yaratacaktır. Ve elbette robotların problemleri olmayacaktır. Ya da onlar daha çok hayvanlara benzeyen insanlar yaratabilir. Daha az kaygı, daha az ülser, daha az kanser olacaktır. Ancak bu bilinçte daha yüksek zirvelere doğru gelişememen anlamına geldiği zaman elde etmeye değmez. Tersine sen aşağı doğrudüşeceksin, o bir gerileme olacaktır. Elbette sen bir hayvana dönüşürsen daha az ıstırap olacaktır çünkü daha az bilinç olacaktır. Ve şayet sen bir taş, bir kaya haline gelirsen hiçbir kaygı olmayacaktır çünkü içerde kaygı hissedecek, ıstırap duyacak bir kimse olmayacaktır. Ancak bunu elde etmeye değmez. Kişi bir taş gibi değil bir tanrı gibi olmalıdır. Ve ben bunu derken mutlak bilince sahipolmayı ve yine de hiçbir kaygı, hiçbir endişe, hiçbir problem olmamasını; hayattan kuşlar gibi keyif almayı, hayatı kuşlar gibi kutlamayı, kuşlar gibi şarkı söylemeyi ifade ediyorum: Gerileme ile değil, bilincin en ideal şekilde gelişmesi aracılığıyla.

Çocuk bir ego edinir; bu doğaldır, bununla ilgili hiçbir şey yapılamaz. Kişi bunu kabul etmek zorundadır. Ancak sonrasında, onu taşımaya devam etmenin bir gereği yoktur. Ego başlangıçta çocuğun kabul edildiğini, sevildiğini, buyur edildiğini —davet edilmiş bir misafir olduğunu, bir kaza olmadığını— hissetmesi için gereklidir.

Baba, anne, aile ve çocuğun etrafındaki sıcaklık onun güçlenmesine, köklenmesine, topraklanmasına yardım eder. Buna ihtiyaç vardır, ego ona korunma sağlar; o iyidir, o tıpkı bir tohumun kabuğu gibidir.Ancak kabuk nihai şey haline gelmemelidir aksi takdirde tohum ölecektir. Korunma çok uzun sürebilir, o zaman o bir hapishaneye dönüşür. Korunma, korunmaya ihtiyaç duyulduğu sürece kalmalıdır vetohumun sert kabuğunun toprağın içinde ölme zamanı geldiğinde o doğal bir şekilde ölmelidir. Böylece tohum çiçeklenir ve yaşam doğabilir. Ego sadece koruyucu bir kabuktur; çocuk ona ihtiyaç duyar çünkü o çaresizdir. Çocuk ona ihtiyaç duyar o zayıftır. Çocuk ona ihtiyaç duyar çünkü o korunmasızdır ve etrafında milyonlarca etki vardır. Onun bir korunmaya, bir yuvaya, bir temele ihtiyacı vardır. Tüm dünya kayıtsız olabilir ama o her zaman için yuvasına doğru bakabilir ve oradan önem kazanabilir.

Ancak önemlilikle birlikte ego gelir. Çocuk egoist hale dönüşür ve bu ego ile birlikte yüzleştiğin tüm problemler ortaya çıkar. Bu ego senin âşık olmanı engelleyecektir. Bu ego herkesin sana boyun eğmesini ister; o senin hiç kimseye teslim olmana izin vermeyecektir. Ve aşk sadece sen teslim olduğunda gerçekleşir. Başka birisini teslim olmaya zorladığında bu mahvedici, nefret uyandırıcı bir şeydir. O aşk değildir. Ve şayet aşk yoksa yaşamında sıcaklık olmayacak, onun içinde hiç şiir olmayacaktır. O düzyazı olabilir, matematik, mantık, rasyonellik olabilir. Ancak kişi şiir olmadan nasıl yaşayabilir. Düzyazı iyidir, rasyonalite iyidir, kullanışlıdır, gereklidir. Fakat yalnızca mantık ve sebep-sonuç şeklinde yaşamak asla bir kutlama olamaz, asla bir bayram olamaz. Ve yaşam bir bayram olmadığında sıkıcıdır. Şiire ihtiyaç vardır. Ancak şiir için senin teslim olmana ihtiyaç vardır. Bu egoyu fırlatmana ihtiyaç vardır. Eğer bunu yapabilirsen, eğer onu bir anlığına dahi bir kenara koyabilirsenyaşamın güzel olanı, ilahi olanı tatmış olacaktır.

Şiir olmadan sen gerçekten yaşayamazsın, sen sadece var olursun. Aşk şiirdir. Ve aşk mümkün değilse sen nasıl dua ile dolup taşacak, meditasyon halinde, farkında olacaksın? Bu neredeyse imkânsız hale gelir. Ve dingin bir farkındalık olmadığında sen yalnızca bir beden olarak kalacaksın; sen asla en derindeki ruhun farkına varamayacaksın. Yalnızca dua ile dolup taşma halinde, derin bir meditasyon halinde ve sessizlikte sen zirvelere ulaşırsın. Bu ibadet halindeki sessizlik, bu meditasyon halindeki farkındalık tecrübelerin en yüksek zirvesidir ancak kapıyı aşk açar. Yaşam boyu süren, binlerce insan —hasta, psikolojik olarak sakatlanmış, ruhsal olarak karmaşa içinde—üzerindeki incelemelerinden sonra Carl Gustav Jung, gerçek problemi manevi olmayan, kırk yaşını aşmış tek bir psikolojik hastaya rastlamadığını söylemiştir.

Yaşamda bir ritim vardır. Ve kırklarına geldiğinde yeni bir boyut, manevi bir boyut ortaya çıkar. Eğer bunu doğru bir şekilde ele alamazsan, eğer ne yapacağını bilmiyorsan hasta olacaksın, huzursuzolacaksın. İnsanlığın tüm gelişimi bir süreklilik arz eder. Şayet bir adımı kaçırırsan o süreklilik ortadan kalkar. Çocuk egoyu edinir. Ve şayet o hiçbir zaman egoyu kenara bırakmayı öğrenmezse sevemez, hiç kimse ile rahat hissedemez. Ego sürekli olarak savaş içerisinde olacaktır. Sen sessizce oturuyor olabilirsin ama ego sürekli çatışma halindedir. Sadece tahakküm etmenin, diktatör gibi olmanın, dünyanın hâkimi olmanın yollarını araştırıyordur.

Bu her yerde sorunlar yaratır. Arkadaşlıkta, sekste, aşkta, toplumda; sen her yerde çatışma halindesindir. Hatta sana bu egoyu veren ebeveynlerle bile kavga vardır. Bir oğlun babasını affettiği çok nadirdir, bir kadının annesini affettiği çok nadirdir. Bu çok ender gerçekleşir. George Gurdjieff'in insanlarla toplandığı odada duvara asılı bir cümle vardı. Bu cümle şöyleydi: "Şayet sen annen ve babanla henüz rahat hissetmiyorsan o zaman çek git. Sana yardım edemem." Niçin? Çünkü sorun orada ortaya çıkmıştır ve orada çözümlenmelidir. Bu yüzden tüm gelenekler anne babanı sevmeni, anne babana mümkün olduğunca derin bir şekilde saygı duymanı söyler. Çünkü ego orada ortaya çıkar, toprağı odur. Onu orada çöz aksi takdirde o hiçbir yerde peşini bırakmayacaktır.

Psikanalizciler de yaptıkları tek şeyin, seni anne babanla aranda var olan problemlere geri götürüp onu bir şekilde onlarla çözmeye sevk etmek olduğu sonucuna varmışlardır. Şayet anne babanla çatışmanı çözebilirsen pek çok çatışma basitçe ortadan kalkacaktır. Çünkü onlar aynı temeldeki çatışmalara dayanmaktadır.

Örneğin babası ile rahat hissetmeyen bir erkek ofiste patronuyla da rahat hissedemez; asla, çünkü patron bir baba figürüdür. Anne babanla olan küçük çatışma senin tüm ilişkilerine yansımaya devam eder. Eğer annenle rahat değilsen karınla rahat olamazsın çünkü o kadını temsil edecektir; kadınlığın kendisi ile rahat hissedemezsin. Çünkü senin annen ilk kadındır, o ilk kadın modelidir. Nerede bir kadın varsa annen oradadır ve bu zor fark edilen ilişki devam eder.

Ego anne ve baba ile olan ilişkide doğar ve orada ele alınmalıdır. Aksi takdirde sen ağacın dallarını ve yapraklarını kesmeye devam edeceksin ve kök dokunulmadan kalacaktır. Eğer sen anne ve babanlailişkini dengelemişsen olgunlaşmışsındır. Artık ego yoktur. Artık sen o zamanlar çaresiz olduğunu anlarsın, artık sen o zamanlar başkalarına bağımlı olduğunu, dünyanın merkezi olmadığını anlarsın. Aslında sen bütünüyle bağımlıydın; başka bir şekilde hayatta kalamazdın. Bunu anlayarak ego yavaş yavaş söner ve sen bir kez yaşamla çatışma halinde olmadığında rahat ve doğal ve gevşek hale gelirsin. O zaman yüzersin. O zaman dünya düşmanlarla dolu değildir, o bir ailedir, organik birbütündür. Dünya sana karşı değildir, sen onunla birlikte akabilirsin. Egonun saçmalık olduğunu bularak, egonun var olmak için bir temeli olmadığını bularak, egonun cehalet içerisindeki bir yanlış anlama olduğunu, çocukça bir hayal olduğunu bularak kişi basitçe egosuz hale gelir.

Bana gelip, "Nasıl âşık olmalı, bir yolu var mı?" diye soran insanlar var. Nasıl âşık olmalı? Onlar bir yol, bir yöntem, belirli bir teknik isterler.

Onlar ne istediklerini anlamıyorlar. Âşık olmak demek artık bir yol, bir teknik, bir yöntem yok demektir. Bu yüzden ona "aşka düşmek" denir; sen artık kontrol eden değilsin, sen basitçe içine düşensin. Bu yüzden kafa merkezli insanlar aşkın gözünün kör olduğunu söyleyecektir. Aşk yegâne gözdür, yegâne görüştür ama onlar aşkın kör olduğunu söyleyecektir ve eğer sen âşıksan senin çıldırmış olduğunu düşüneceklerdir. Kafa merkezli insana bu delice gelir çünkü zihin büyük bir hükümrandır. Kontrolün yitirildiği herhangi bir durum zihin için tehlikeli görülür.

Fakat insan kalbinin bir dünyası vardır, insan varlığının ve bilincinin hiçbir tekniğin mümkün olmadığı bir dünyası vardır. Tüm teknikler madde ile mümkündür; bilinç ile hiçbir teknoloji mümkün değildir ve aslında hiçbir kontrol mümkün değildir. Bir şeyin olmasını sağlamak yahut kontrol etmeye çabalamanın ta kendisi egoistliktir.OSHO