Maddi
konularda egoyu ikna çalışmları yapıyordum. Bu konuda yazı yazmak için
başlangıç yaptım ama yazıyı bitiremedim. Yazının devamını yazmak içimden
gelmiyordu ve bende bunun için kendimi zorlamadım ve akışına bıraktım.
Çünkü bu durum bana aslında şunu hatırlattı, eğer yazıyı böyle yazarsam
eksik bir şeyler olacak, deneyimlemem gereken bir şeyler daha var, onu
ya da onları deneyimledikten sonra yazı tam olarak amacına uygun
yazılabilecekti.
Bende
olayı akışına bıraktım ve kendimle ilgili çalışmalara devam ettim. Bir
olay üzerine arkadaşımla konuşurken çekimser olduğumu fark ettim. İşle
ilgili bir konuydu bu ve normalde o konuda yazılı bir kural olmasına ve
hak olarak verilmesine rağmen uygulamada amirler tarafından bu konunun
gündeme getirilmesi pek hoş karşılanmıyordu. Ya da biz öyle
değerlendiriyorduk. Sonuçta hakkımız olduğunu düşündüğümüz şeyi
uygulamada istemek zorunda olmaktan rahatsız olduğum bir durumdu. Çok
önemli olmamakla birlikte gündeme getirildiğinde üst kademe tarafından
hoş karşılanmayacağını düşündüğümüz kalıplaşmış bir durumdu.
Bununla
ilgili temizlik çalışması yapmaya karar verdim. Yaptığım çalışmalar
sonrasında bu olumsuz duygunun farklı ayaklarını temizledikten sonra
kafamda bir şimşek çaktı. Aslında burada ki en büyük problem bizim o
duruma yapmış olduğumuz tanımın içindeydi.
Hak Etmek ya da Hak Etmemek.
Hayatımızın her alanında etkili olan bir konuydu. Bizim tüm yaşamımızda
kendimizi kafese kapatmamıza neden olabilecek güçte olan kelimelerdi.
Enteresan
bir durumda ama ne yazık ki öyleydi. Daha önce çalıştığım iş yerinde
yaşadığım bir olayın yansıması daha sonra üzücü bir olay olarak karşıma
çıkmıştı. Bu olayı neden yaşadığımı sorgulamaya başladığımda bu olayın
iki ayağı vardı. Bu olay başıma gelmeden önce aynı iş için ben takdir
edilmiştim ve hiçbir şey yapmadan takdir edilmek beni mutlu ederken arka
planda ise bu konu bende rahatsızlık yaratmıştı. Ben bu ödülü hak
etmediğimi düşünüyordum. İşleri başka birisi yapıyordu, ben kontrol
sorumlusu idim ama kontrol için çok fazla özen göstermiyordum. Ancak
işler yolunda gidiyordu. Son altı ay da ise işi yapan kişinin kendi
kişisel problemleri nedeniyle işte bazı aksaklıklar olmuştu. Doğal
olarak işin sorumlusu olan kişi olan ben olumlu olaydan etkilendiğim
gibi olumsuz olaydan da etkilenmiştim.
Öncelikli olarak olayı yeniden değerlendirmeye başladım. Bu olay bana ne öğretmek için benim başıma geldi. Önce
müdürüm olan kişinin bana olan davranışlarını değerlendirdim. Onun bu
şekilde davranışında kendisi açısından haklı nedenleri olabilirdi. Onu
kabul ettim ve kendime dönüp ben bu olayın başıma gelmesinden nende
rahatsız oluyorum dedim. Bu konu neden canımı acıtıyordu.
Aklıma gelen ilk şey işime nankörlük ettiğim konusuydu. Ben
bulunduğum rahat ortamı ve bana sağladığı imkânları kabullenemiyordum.
Kişisel gelişme çalışmalarının başlangıcında tespit ettiğim konuya
yeniden dönmüştüm. Bu konuda çalışma yapıp bu korkumu temizlediğimi
sanıyordum ama yine bir yerlerde bir şey vardı.
Bu
bir bilinçaltı kaydıydı, hak etmediğin bir şey aldığında ya da
yaptığında mutlaka başına bir şey gelir. Çok basit bir denklemdi aslında
bu olay. Çekim yasasını çalıştırıyordum. Ben bu durumu hak etmiyorum
başıma illa bir şey gelsin. Çünkü işler normal yolunda giderken benim
bilinçaltımda bir yerde terslik var diyordu.
Kendi
açımdan kritik bir konuyu yeniden masaya yatırmıştım. Hak etmemek
duygusu şimdide de farklı bir boyutta karşıma çıkmıştı. Bu durumun
hayatıma etkisini tam olarak kavrayamamıştım. Darel Rutherford’un Çözüm
olmak kitabında ki aklıma geldi; “Hayattan alabileceklerin, bilincinin hak ettiğini düşündüğü ve inandığı kadardır.”
Bilincim
yine hak etme kavramına takılmıştı. Bu kavram konusunda farklı nasıl
düşünebilirim diye kendimi sorgulamaya başladım. Bu dünyada ki her şey
yaratanındı. Biz canlılar yaşam süremizce bunları kullanıyorduk.
Normalde gerçek anlamda sahip olduğumuz hiçbir şey yoktu. Sahip
olduğumuzu düşündüğümüz her şey ev araba vb. her şey ne yazık ki
yaratıcınındı ve bu dünyaya aitti. Biz sadece geçici süre kullanıcıydık.
Ancak önemli bir nokta vardı, yaratan Kuran’da “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” diyordu, başka ayette ise; “Allah, sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldürecek ve daha sonra da diriltecek olandır.” diyordu. Yine başka bir ayette “Allah dilediğine hesapsız rızk verir” diyordu. Ve verdikleri rızk için bol bol şükretmemizi istiyordu.
Allah
yarattığı her canlının rızkını veriyordu. Dünyada bir akış düzeni
vardı. Allah insanları ve canlıları bu akış düzeninin parçası yapmıştı.
Benim rızkım için bir başkası aracı oluyorken, başkasının rızkı için ise
ben aracı oluyordum. Yapmam gereken tek şey şükretmek ve istemekti
gerisini yaratıcının onu bana ulaştırmasına kalıyordu. Yüce Allah bizim
istediklerimiz bize bir şekilde ulaştırıyordu. Parada bu işte bir
aracıydı. Ortada dönen her şey Yüce Allahındı. Ve yaratıcı yarattığı
canlıların rızkını bu akış içerisinde bol bol veriyordu. Tabii ki
canlılar bu akışa müdahale etmedikleri sürece bu düzen işliyordu. Ancak
biz insanlar düşünen canlı olarak bu akışa müdahale ediyorduk. Yaratıcın
nimetlerini etiketleyerek akışı engelliyorduk. Bir taraftan isterken,
diğer taraftan yaratıcını kuranda tanımladıklarının dışında biz yeni
durumlar yaratarak yaratıcının bize gönderdiği nimetleri reddediyorduk.
Hak etmemek, kötü para, haram para yada mal gibi.
(İşin
özünün araştırılıp sorgulanmasını izin vermeyen şekilselliği ön plana
çıkaran öğrenilmiş inanç sistemi ile bu kavramlar farklı boyutlara çok
rahat bir şekilde çekilmektedir. Bu konularda Kuran’da yazan dar bir
tanımlama insanlar tarafından çok genişletilerek her şeyde akışın önünde
engel oluşturacak şekilde yaşantımızda bize dayatıldığını
düşünmekteyim.)
Kendimi
sorguladığımda hak etmemek kavramı ile akışımı engellediğimi fark
ettim. Ben bir şeyler istiyordum. Sahip olduklarım için Allah’a
minnettardım. Ve istediklerim bana bir şekilde geliyordu. Ama ben
istediklerimin illa benim istediğim yoldan gelmesini beklediğim için hak
etmediğimi düşünerek bana gelen şeyleri red ediyordum. Bu
reddetmede aslında akışı engelliyordu. Ben kendimin Allahın sevgili
kulu olduğunu unutup kendimi değersiz biri olarak görmeye başlıyordum.
Ve sonuçta elde ettiğim şeyin karşında bir direnç oluşturuyordum. Bu
dengesizlik sonuçta başıma olumsuz olay olarak geliyordu. Bu tür
olayları daha öncede yaşamıştım.
Benim
için ilginç bir tespitti, farkında olmadığım kısır bir döngüydü.
Çocukluğumdan itibaren hep hak etmek ya da hak etmemek kavramları
arasına sıkışmıştım. Kimin tarafından empoze edildiğini hatırlamadığım
bir düşünce kalıbı ile ne yazık ki bir çok kez akışı engellemiştim.
Be
rahat ve huzurlu bir iş ortamı istiyordum. Bu benim düşünce yapıma
uygun normal bir istekti ve yaratıcıda bana bunu sürekli veriyordu.
Çalıştığım yerlerde hafif bir işim ve kendime ayıracak oldukça fazla
zamanım ve imkânlarım oluyordu. Başka kişilerin ise oldukça yorucu ve
fazla işleri olabiliyordu. Aslında objektif gözle baktığımda bu işler ne
yazık ki kendi kendini besleyen bir sisteme hizmet eden hiçbir amacı
olmayan şekilsel faaliyetlerdi.
************************************************
Daha fazla yaratım aracı ve bilgi için kitaplarımı satın alarak hayatınıza katkıda bulunmak ister misiniz?
Bilinçli Yaratma Sanatı Kitabı
Daha İyi Bir yaşam için
BİLİNÇLİ YARATMA SANATI
******************************
Kitapları Temin İçin : cekimyasasi@hotmail.com
Tel/Whatsapp : 0 553 06 00 464
***********************************************
Ben
huzurlu, rahat iş ortamını isterken diğerleri ise kendi düşünce
kalıpları ile o içinde debelendikleri işleri kendilerine çekiyorlardı.
Bu bir seçimdi ben iş ortamımın rahat ve huzurlu olmasını seçip parayı
öyle kazanmayı seçerken onlar tam tersi kendilerini meşgul edecek işleri
çekerek çok çalışıp para kazanmayı seçiyorlardı.
Sürekli
mücadele içerisinde olan ve olduğu ortamdan rahatsız olan bir arkadaşım
var. Bana sürekli sen kalbi temiz adamsın, işlerin hep rast gidiyor
diye takılır. Bende kendisine aynı durumu kendisinin de yaşayacağını
söylediğimde ne yazık ki bu durumu kabullenmek istemedi ve “Sakin bir
yaşamın ona göre olmadığını illa bir şeylerle mücadele etmesi
gerektiğini ancak kendisini bu şekilde tanımlayabileceğini diğer türlü
hiçbir şeye yaramadığını düşüneceğini” söyledi. Aslında içinde bulunduğu
durumu kendisi çekiyor bunun farkında ama egosu onu bu durumdan
vazgeçmesini istemediği için kendince bahaneler üretip o kısır döngüde
yaşamına devam ediyor.
Kişisel
gelişim çalışmaları sonrasında onun içinde bulunduğu durumu çok daha
iyi anlıyorum. Herkesin yaşam biçimi bir seçim. Nasıl yaşamayı
seçerseniz yaratıcı size o türde bir yaşamı önünüze getiriyor. Yapması
gereken sadece aklını kullanıp içinde bulunduğu durumu değiştirmek için
düşüncelerini değiştirmek. Tabi öncelikle bu durumu istemesi lazım.
Kendimi
sorgulamam bana farklı bir bakış açısı kazandırmıştı. Yaşantımdaki
temel konu olan hak etmemek konusu ile kendimi sınırladığımı fark
etmiştim. Başkalarının kendi özgür iradeleri ile seçtikleri sürekli
yoğun çalışma durumu bende rahatsızlık yaratıyordu. Aslında bu durum
onun seçimiydi ben onun sorumluluğunu almak zorunda değildim. Ancak
onların içinde bulundukları durum nedeniyle az çalıştığımı düşünüp
eziliyordum. Ve bu durum bende suçluluk duygusu oluşturuyordu. Suçluluk
duygusu da cezayı çekiyordu. Suç ve ceza. Müthiş bir ikilem suç varsa
mutlaka cezalandırılmalıdır. Bu konuda okumuş olduğum bir yazıdan alıntı
ile devam etmek istiyorum.
“Eğer
bir adam için annesini huzurevine göndermek, çok doğal ve normal bir
davranış ise ve inanç sistemi buna uygunsa, annesini huzur evine
gönderince, bu onun hayatında herhangi bir olumsuzluğa yol açmayacaktır.
Annesine kendi bakması gerektiğine ve huzurevine göndermesinin çok kötü
bir davranış olduğuna inanan başka bir adam ise, bu inancına rağmen
annesini huzur evine gönderir ise, hastalanabilir işini kaybedebilir ya
da başına başka bir kötü olay gelebilir. İki adam da aynı şeyi yaptı ama
birisinin hayatında herhangi bir değişim olmazken, diğeri aynı eylemden
sonra birçok sorun deneyimledi. Bunun nedeni ise, kişinin kendi içinde
onu cezalandıran inanç sistemidir. Bilinçaltınızda bir konuda suçluluk
duyguları varsa bilinçaltınız mutlaka sizi cezalandıracak şekilde
çalışacak ve hiçbir suç cezasız kalmaz inancını koruyacaktır. (onaylanma
yasası)
Burada
önemli olan şey, sizin için neyin kötü, yanlış veya suç olduğudur. Eğer
yaptığınız herhangi bir şey sizin için suçsa, bilinçaltı için artık
burada ceza süreci başlayacaktır ve sizin için ceza olarak en kabul
edilebilir olası bir sonucu karşınıza çıkartacaktır. “
Aslında
benzer durumları hayatımızda sürekli yaşıyoruz. Kendi kendimize
kısıtlamalarla suçlu olduğumuzu düşünüyor sonrada başımıza olumsuz bir
şey gelmesini bekliyoruz.
Yaşadığım
olaylar benim farkında lığımı artırarak bu durumu farklı bakış açısı
ile öğrenmemi sağladı. Yaşadığım olaylardan almam gereken bir dersti bu.
Kendi kendime kendimi hak etmediğimi düşünerek suçlu tanımladığım için
karşılığında ceza geliyordu. Dersi anlayana kadar başıma gelmeye devam
ediyordu. Çekim yasası işliyordu.
Yapmam
gereken şeyin aslında bakış açımı değiştirmek olduğunu anlamıştım.
Olaylara geniş açıdan bakacaktım. Dünyadaki herkes kendi yaşam şeklini
kendisi seçiyordu. Her şey bir seçimdi. Ama insanlar ne yazık bu durumu
kendi seçtiğini unutup başkalarını sorumlu tutuyorlardı. Başkasının
seçiminden dolayı suçluluk duymak zorunda olmak zorunda değildim.
Sonuçta insanlar dünyaya eşit olarak geliyorlardı. Evet, anne ve
babamızı seçme şansımız belki yok ama en büyük güç olan akla sahibiz.
Anne ve babamız bizim bu dünyaya gelmemizde birer aracılar. Ancak
sonrasında aklımız sayesinde yaşantımızı biz kendi düşüncelerimizle
kurma imkânına sahibiz. Bu sahip olduğumuz büyük bir güç. Biz bu gücün
farkında değiliz.
Yapmamız
gereken şey Allaha kulluluk etmemizde ancak bununla beraber Allah bize
akıl vermişti. Ve biz bu akılı yaşam amacımızı öğrenmek için kullanmamız
gerekiyordu. Bunun için yapmamız gereken yaşadığımız olaylardaki
deneyimleyerek ruhsal gelişimizi tamamlamamız lazımdı.
Dünyada
geçirdiğimiz süreçte çeşitli olaylarla karşılaşarak yaşadığımız
deneyimlerle ruhsal gelişimimiz için bize yol gösterecektir. Eğer
yaşadığımız olaydaki dersi anlamamışsak aynı olayın farklı versiyonları
başımıza gelmeye devam edecektir. Olaydaki dersimizi almışsak bir
sonraki dersimiz için yeni olaylar başımıza gelecektir. Bu da bizim
yaşantımıza heyecan getirecektir. Aynı bir bilgisayar oyunu gibi bir
bölümü bitirdin bir üst bölüme geçiyorsun.
Yapmamız
gereken tek şey yaşadığımız olayı etiketlemeden olduğu gibi kabul
ederek geniş perspektiften bakıp bu olay benim neyi öğrenmem için başıma
geldi diyebilmek.
Aslında bu konu mutlu olmamızın olmazsa olmaz 3 konusundan birisi: “Yaşadığımız olayları olduğu gibi kabul etmek.”
Ben
bu öğedeki anlamı anlayamadığım için bir çok olayı yaşadığımın farkına
varmaktayım. Yeniden hak etme kuramına dönersek, hak etmek yada hak
etmemek düşünce kalıbı bu yaşadığımız olayları olduğu gibi kabul
etmemizi ondaki alınması gereken dersi görmemizi engelleyen bir düşünce
kalıbı olduğunu düşünüyorum.
Basımıza
gelen bir olayda doğal olarak sağlıklı düşünce ile ben bu olayı olduğu
gibi kabul edip bu olay benim başıma neden geldi, benim bu olaydan ne
öğrenmem lazım diye bakmak gerekirken egonun devreye girmesi ile bakış
açımız ve odak noktamız o olayı hemen hak edip etmediğimiz noktasına
kaymaktadır. Karşılaştığımız o olumsuz olayı başımıza gelmesini hak
ettiğimizi ya da hak etmediğimizi düşünmemizin arasında aslında bir fark
yok. Sonuçta iki türlüde biz mutsuz olacağız. Ancak ego için bu durum
fark etmez o kendisi için bir kimlik bulmuştur. Ve sizin odağınızı
sürekli olayla ilgili kıyaslama yapmaya yönlendirerek kimliğe tutunmaya
devam edecektir.
Bir
anda beynimizde yapmış olduğumuz sınırlama ile kendimizi mutsuz
hissetme seçimini yaptık. Evet aslında hak etme kavramını odağımıza
koyarak kendimizi mutsuz etmek için bir seçim yapıyoruz. Sonuç ta olay
olmuş ve bitmiştir. Bizim o durumda kendimizi mutsuz hissetmemiz olayı
çözümlemez ancak egoyu ayakta tutar. Yapmamız gereken bu olaydan almam
gereken ders nedir diye bakmak. Bu bakış size çözüm için çıkış noktasını
gösterecektir.
Almamız
gereken dersi almamız bizi güçlendirecek bir sonraki olayı daha fazla
bilgi donanımı ile karşıladığımız için daha rahat algılama ve çözümleme
fırsatını elde edeceğiz. Olaydan alacağımız ders ne diye sorgularsak
aslında olayın başımıza geliş nedeninin bizim seçimlerimiz ve düşünce
kalıplarımızdan kaynaklandığının farkına varacağız. Gereken şeyi
öğrendikten sonra bundan sonraki istek ve seçimlerimizde daha dikkatli
olacağız.
Hak
edip etmeme kavramı üzerinde çalışmaya başladığımda en çok zorlandığım
şeyin sahip olduğum inanç sisteminde bu kavramın bende oluşturduğu korku
olduğunu anladım. Geleneksel öğretilmiş inanç sisteminde şekilcilik ön
planda olduğu ve şekilci katı kurallarla insanlar sınırlandırıldığı için
hak etme kavramının anlamını değiştirmede oldukça zorlandım.
Çocukluğumdan bu tarafa bu kavramla iç içe büyümüştüm.
Diğer
tarafta aklım diyordu ki, biz dünyaya yüce yaratıcı tarafından
getirildi. Yüce yaratıcı bizi dünyaya gönderirken aynı zamanda bizim
ihtiyacımız olan rızkıda göndermişti ve bu sınırsızdı. Ve dünyada
yaratıcının koruyuculuğu ve kollayıcılığı altındaydık. Dünyada ki her
şey onundu ve o dünyada canlılara gönderdiği nimetleri bir akış
içerisinde isteyen herkese ulaşıyordu. Az isteyene az, çok isteyene çok.
Yapılması gerekeni Kuran’ da söylemişti. Sahip olduklarımız için
şükretmek. Bundan sonra yine Allah’tan istekte bulunmak. Bu kadar
açıktı.
Allah
rızkını dünyada insanlar, diğer canılar ve doğa olayları vasıtasıyla
bir döngüde dağıtıyordu. Bir akış vardı. Benim isteklerim karşılığında
Allahın gönderdikleri için birileri aracı olurken, bende başkasının
ihtiyacı için aracı durumdaydım. Diğer tüm canlılar içinde bu böyleydi.
Bizim kendi yarattığımız düşündüğümüz şeyler dahi yaratıcının izni ile
gerçekleşiyordu. Bu konuda karar verici yaratıcıydı.
Bizim
yapmamız gereken ise sahip olduklarımız için şükretmek ve akışa izin
vermekti. Aslında hepimizin sahip olduğu ama yanlış yerlere
odaklandığımız için farkına varamadığımız sevgi duygusunu kullanarak
akışa kolayca izin verebilirdik. Yaratıcı bizi yaratırken içimize en
büyük güç olan sevgiyi yerleştirmişti. Yapmamız gereken sevgiyi
yaratıcının bize verdiği diğer güçle akılla birleştirip kullanmakta
yatıyordu.
Aklımızı ve sevgiyi kullanarak akışın hacmini artırmak ya da azaltma imkânına sahip olabilmekteyiz. Önce
akış sözcüğünü biraz açmak istiyorum. Akış yaratıcının nimetlerinin
yeryüzündeki döngüsüdür. Parada bu döngüde kullandığımız isteklerimizi
elde etmemize yarayan en esnek aracımız. Biz istiyoruz yaratıcı bize
parayı gönderiyor ve biz istediklerimizi alıyoruz. Biz istediklerimizi
alırken aynı zamanda parayı başkasına onun isteğinin karşılığı olarak
aktarıyoruz. Yani birileri akışta bize aracı olurken bizde başkasına aracı oluyoruz.
Bizim
akışta taşıyabileceğimiz miktar bizim düşünce yapımızın sınırları
kadar. Biz ne kadarını taşıyabileceğimizi düşünürsek o kadarı bize
gelecektir. Aynı zamanda bizim sahip olduğumuz haram para, kötü para ya
da hak edilmemiş para gibi sınırlayıcı düşünceler bize gelen akışı
engellememize neden olacaktır. Daha
fazlasını elde etmek için bu sefer farklı yöntemlere başvurup yeni
düşünce kalıplarına tutunmaya başlıyoruz. Çok para elde etmek için çok
çalışmak lazım vb. düşüncelerle yeni bir kısır döngünün içine giriyoruz.
Sonuçta bu döngü içerisinde hiçbir zaman yeterli paraya sahip
olamıyoruz.
Aslında
yukarıda yazıp anlattığım her şey beynimizde yarattığımız dünyada olan
şeyler. Düşüncelerimizle gerçekliğimizi yaratıyoruz. Kendimizi olmayan
prangalarla ayaklarımızla bağlıyoruz. Bolluk ve bereketi elde etmek yukarıda bahsettiğim iki öğeyi kullanabilmekten geçiyor. Akıl ve sevgi. Nasıl mı?
Yapmanız
gereken şey düşünce şeklimizi yeniden tanımlamak. Size gelen para sizin
seçimleriniz ve isteğiniz sonucunda yaratıcı tarafından gönderiliyor. O
zaman yaratıcının hediyesinin karşılığı Kuran’ da belirttiği şeyi
yapacağız. Şükredeceğiz. Yaratıcının hediyesini sevgiyle kabul etmek
yaratıcıya şükretmektir. Akışın
bize gelmesine izin verdik. Bir sonraki adım verme aşaması. Bizden çıkış
aşaması. Aslında biz kendi istediklerimizi elde etmek için yaratıcının
bize gönderdiği parayı veriyoruz. Alan el konumundan yaratıcının veren
eli konumuna geçtik. Biz
yaratıcının olan bir şeyi veriyoruz. Gerçek anlamda bize ait olmayan ve
eninde sonunda bırakmamız gereken bir şeyi bırakmak. Yapmamız gereken
bize gelirken sevgiyle kabul ettiğimiz gibi verirken de sevgiyle
vermemiz.
Akışa
ne kadar yardımcı olursak çok fazla nimeti deneyimleme imkânına sahip
olabilirken ne kadar çok direnç gösterirsek bize gelecek nimet miktarı
azalacaktır. Ne yazık ki egomuzun sahip olduğu olumsuz düşünce kalıpları
nedeniyle alırken sevgiyle almamız gereken şeyleri Kuran’da yazılı olan
ayeti dahi unutup bize gelen nimetleri haram para, kötü para ya da hak
edilememiş para olarak etiketleyip reddediyoruz.
“De
ki: “Gördünüz mü, Allah’ın size rızık olarak indirdiği şeylerin bir
kısmını haram, bir kısmını helâl yaptınız” De ki: “Allah mı size böyle
izin verdi, yoksa siz Allah’a iftira mı ediyorsunuz?” (Yûnus: 51/59)
Ey
iman edenler, Allah’ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri haram
kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez. (5 maide 87)
Yüce
yaratıcının bize gönderdiği rızka direnç göstermemiz yeni nimetlerin
bize gelmesini engelleyecektir. Çünkü hem istiyoruz hem kabul etmiyoruz.
Ne istediğini bilmeyen bir durumda olduğumuz için akışın bize gelen
kanalı daralacaktır. Aynı şekilde verirken de aynı düşüncede olmamız
bizden çıkış kanalını daraltmamız kapasitemizin üzerinde rızk taşıma
gücümüz olmadığı için bize gelen akışı da durduracaktır.
Aslında
olay basit alırken de verirken de dengeyi sağlayıp sevgiyle alıp
sevgiyle verme durumunda olmamız bolluk ve bereketin bize akmasını
sağlayacak en önemli anahtardır. Çünkü akış döngüsünde almak ve vermek
arasındaki denge kurmak önemli bir durum.
Bir
havuzumuz var ve biz o havuzumuzun suyla dolu ve suyunun temiz olmasını
istiyoruz. Bunun için sürekli akan bir suya ve döngüye ihtiyacımız var.
Havuzun çıkışında bulunan kanaldan çıkan sudan daha fazla basınçta su
havuzun girişinde olduğu sürece havuzdan boşalan su miktarı kadar su
havuza dolmaya devam edecek ve havuzun içindeki su istediğimiz gibi
olacaktır. Ancak giriş kanalındaki su miktarı kısılırsa çıkış
miktarındaki suyun girişte bulunan su debisinden daha fazla olması
havuzdaki su miktarını azaltacaktır. Aynı şekilde çıkış kanalını
kapatmak havuza daha az suyun girmesine neden olacağı için havuzun
içindeki suyun taze ve temiz olmasını engelleyecek ve yine istediğimiz
gibi olmayacaktır.
Akışta
kalmayı da buna benzer olay olarak düşünebiliriz. Yani alma ve vermede
dengeyi sağlamak. Yaşantımızda bize istediklerimizi elde etmemizi
sağlar. Aldığımızı sevgiyle alıp verdiğimizi sevgiyle verebilmek için
alma ve verme dengesini çok iyi kurmamız gerekmektedir. Akışı
hızlandıracağım deyip havuzdaki suyun giriş kapasitesinin üstünde bir
kapasiteyle boşaltılması gibi sahip olduklarımızı dağıtmamız olayın
özünden uzaklaşmamıza ve yokluk bilinci boyutu içinde sıkışmamıza neden
olacaktır.
Ne
kadar çok sevgiyle alırsan o kadar çok sevgiyle verme imkânına sahip
olacaksın. Akış yolu açıkken ne kadar çok sevgiyle verirsen akış hızı
ona bağlı olarak artacaktır. Ancak sana akış yolları kapalıyken çok
fazla vermeye kalkmak bize olumsuz bir dönüşe neden olacaktır.
Akışı
bir diğer engelleme yolu ise ısrarla tek kanaldan gelmesini
beklemektir. Siz ihtiyacınız olduğunu düşündüğünüz bir şey için
yaratıcıya istek gönderdiniz. Temiz bir kalple bunu yapmak istediğinizin
elde etmesi için yeterli. Ama biz insanoğlu işi abartarak
isteklerimizin etrafına eklentiler yaparak yaratıcının işine karışmaya
başlıyoruz. Bana gelecek para, ev ya da herhangi bir şey illa şu yoldan
ve şu şekilde gelecek ya da bir ilişkide illa şu adam ya da kadın
olacak. Hak etme hak etmeme duygusu ön plana çıkıyor. Sen bu evi,
arabayı, kişiyi hak etmiyorsun. İşin özünden uzaklaşarak şekilsellik
yönünü ön plana çıkarmaya başladık.
Daha
baştan bize gelecek akış kanallarının büyük kısmına karşı algımızı
kapattık. Sadece bir kanala odaklandık. Kendi sınırımızın dışına çıktık.
Yaratıcının işine karışmaya başladık. Sonuçta da ne yazık ki hüsranla
karşılaşıyoruz.
Yapmamız
gereken isterken şekilsellikten çıkıp hislerimize göre hayırlısını
istemek. İstediğimiz şeyler için duygularımıza güvenmek.
Halis Şahiner
Halis Şahiner
"hiçbir suç cezasız kalmaz"inancı gerchekden dogru,buna shubhe edemeyiz,Kunanda da böyle bir anlam zaten var.Mesela,adamin biri annesine kotu davranir ve ya hirsizliq yaparsa,kendisi bunun dogru olduguna inansa dahi,Allah onun cezasini mutlaqa verecek,bu Ilahi edalet.
YanıtlaSilMerhaba ;
YanıtlaSilYıllardır meditasyon,çekim yasası vb konular ile iç içeyim ve Kur'an ı Kerim'in Türkçe mealini defalarca hatim ettim. Fakat şunu gördüm ve yaşadım ki ,bilinçaltını temizlemeniz,hipnoz ,regresyon ,affetme ,nefes çalışmaları hepsi bir yere kadar ne önünüze geliyorsa onu yaşıyorsunuz akışına bırakın ve takmayın çünkü insan ister istemez beklenti içine giriyor ben şunu yaptım böyle olacak ben şöyle düşünüyorum böyle olacak en saf haliniz ile ve olmadığında müthiş bir hayalkırıklığı...Kısaca şükredin Allah'a ve akışa bırakın ...çekim yasası...affetme...meditasyon...yıllarca yaptım ama maalesef yıllar sonra görüyorum ki sonuç fosss
Sevgiyle
YanıtlaSilMrb,yazilariniz guzel ve emek kokuyor,bu tur yazilari okumasini cok seviyorum yalniz uygulayamiyorum.sebebi nedir?
YanıtlaSilDeğişimi gerçek anlamda istemiyorsunuzdur. Veya değişim sonucunda elde edeceğiniz şeylere kendiniz layık görmüyorsunuzdur. Gizli kendini sabote etme vardır.
YanıtlaSilEğer Sayın Sevim Akyüz 23 MART 2015 tarihindeki yorumundan sonra gerçekten de AKIŞINA BIRAKTIYSA Yani teslim olduysa (Ki bu kendi deneyimi ile anlaşılabilir)zaten bahsettiği gibi muhtemelen hiç bir şeye gerek kalmamıştır.Aydınlanma gerçekleşmiştir.Halis beyin tespiti çok doğru biz kendi kendimizi sabote ediyoruz.Daha doğrusu zihnin hakimiyetinden kurtulamadığımızdan ve çözümleri de bu gürültülü zihin kanalıyla bulmaya çalışmamızdan,amaç edinmemizden,hedef tutmamızdan,kendimiz bulmayı,olmayı,olgunlaşmayı,aydınlanmayı amaç edindiğimizden olsa gerek tüm sorun.Beyler ÖZTÜRK
YanıtlaSil