Ego kelimesi
latin alfabesinden gelir ve çoğumuzun da bildiği gibi ben, kendim anlamına
gelir.
Egonun ne
olduğunu daha iyi anlayabilmek için kendimizi 2 kişi olarak düşünelim; ego ve
biz.
Örneğin;
önemli bir karar almak üzereyken içimizden gelen bir sese kulak veririz 'bence
yapamazsın ' 'bu konuda tecrübende yok başaramazsın'gibi genelde olumsuzluk
ifade eden bu cümleler bizi düşündürür,ardından ego kafa karıştırıp susar ve
biz başlarız konuşmaya 'aslında bu kararı almak doğru mu?''zaten bu konuda kendime
çok güvenmiyorum'.
Peki bunun
nedeni nedir?
Ego içimizde
şeytan yada bizim ayağımızı kaydırmaya çalışan bir düşman mıdır?
Hayır ikisi de
değildir:ego sadece geçmiş yaşantımızda bilinçaltına yerleştirdiğimiz tüm
bilgileri,başarısızlıkları,acıları,izlenimleri bir bilgisayar görevi görerek
işler ve bunu bize sürekli hatırlatır.
Burda asıl
önemli nokta egoyu susturabilmektir çünkü; egonun susmadığı anda biz
kaybolmaya,karanlığa hapsolmaya başlarız ve ego ön plana çıkarak bizi yönetmeye
başlar,benliğimizi kaybetmiş,kişilik karmaşasında buluruz kendimizi.
Egoyu nasıl mı
yenebiliriz?
Ego konuşuyor
ama ben dinlemiyorum gibi bir düşünceye sahipseniz bu yanlış tır,çünkü ego
herzaman konuşur 24 saat boyunca,biz egoyu ikna edene dek konuşacaktır.
Aykut oğut un
'evrenden torpilim var ' adlı kitabında yer verdiği egoyla konuşma egzersizi
ego yla başa çıkmak için bence iyi bir yöntem.
Aykut oğut
kitabında egoyla konuşma egzersizine şu sözlerle yer veriyor:
“ Bak bir
tanem sen uzun yıllar önce olmuş bir olayın etkisi altındasın. Şuan benim
hissettiğim güvensizlik tamamen senin duygularına kendimi kaptırdığım için
ortaya çıktı.Ben artık çok farklı bir insanım Kendime güvenmek için elimde o
kadar çok sebep var ki . Seni çok iyi anlıyorum ve sana hak da veriyorum.O
zamanlar olanlar bizim suçumuz değildi.Ben artık farklı bir gerçeklik
yaşıyorum.Ben kendime güveniyorum.Gel sende bana katıl inan bana üzülmene hiç
gerek yok ben çok daha huzurlu bir hayat yaşıyorum.Seni seviyorum ve bu sefer
benim geldiğim yoldan geleceksin ben seni takip etmeyeceğim”
24 saat
konuşan egonuza sadece bir yarım saat ayırmak size çok şey
kazandıracaktır.Egzersizi egonuzun konuştuğu anı yakalayarak,deneyin faydasını
görüceksiniz.
Yoksa sizde
çevrenizde gördüğünüz egosuna hapsolmuş başarısızlıklarla dolu bir hayat
yaşamış ve egosunu tatmin etmek için başarıyı başarısızlıklar için de
arayan,hep geçmişte yaşayan,herzaman başkasında hata bulan özeleştiri
yapamayan,küçük şeyleri büyük başarıymış gibi abartarak anlatan insanlardan mı
olmak istersiniz?
Yok bence hiç
düşünmeyin derim öyle birini yakından tanıdım,tüm hayatınız boyunca zarar
vermekten,egoistçe davranmaktan başka yaptığınız gerçekçi bir icraat olmuyor
sadece yapamadıklarınızı yapmış gibi konuşuyorsunuz(çünkü ego tatmin olmak
istiyor)
Aktör,
seslendirme sanatçısı ve yaşam koçu Aykut Oğut'un yeni kitabı Dharma
Yayınları'ndan bu hafta çıkıyor. İlk baskısı alışılmışın dışında tam 100 bin
adet yapılan kitabın kapağı bir ayna. Kırılmayan bu özel aynayı yaptırabilmek
ve kitaplara tek tek elle yapıştırmak için çok emek harcamışlar ama bu çılgın
projeyi yayınevinin sahibi Namık Atalay ile birlikte hayata geçirmeyi
başarmışlar. 'Evrenden Torpilim Var' isimli ilk kitabıyla satış rekorları kıran
Oğut, ikinci kitabının kapağını ayna yaparken somut bir mesaj veriyor; 'Ey okur
tüm 'kaynak', tüm 'sır' sende!' Hayatın size getirdiklerinden memnun
değilseniz, şikayet etmeden önce yapılacak başka şeyler de var, bunu
hatırlatıyor bize Aykut Oğut. Dili oyunbaz; kendi yaşadıklarından yola çıkarak
yazdığı için samimi ve birçok kişisel gelişimciden farklı olarak üstten bir
bakış açısı yok. Birkaç yıldır günlük konuşmamıza dahi giren 'çekim gücü' yani
'sen ne istersen, evren sana onu verir' ana fikrini savunan ama bunu Türklere
özel bir yöntemle yapan Aykut Oğut'tan evrenin sırlarını öğrendim, buyurun...
- Sadece
kapaktaki ayna değil, kitabın adının olmaması da enteresan; bunu neden
yaptınız?
Toplum olarak
başkalarının doğrularını hiç sorgulamadan sırtımıza geçirip farkında olmadan
onlarla yaşıyoruz. Sorgulama alışkanlığımız yok. Bunu değiştirmenin bir yolu
olmalıydı. Mesajın iyice anlaşılması için kitabın adını bile ben dikte
etmeyeyim dedim. İradenle karar vermiş, parasını ödeyip almışsın, artık bu
senin kitabın, isminin ne olmasını istiyorsan o olsun.
BEN OLSAM
'BEN' DERDİM ADINA
- Peki, siz
bir okur olarak bu kitabı alsanız, sizin kitabınızın adı ne olurdu?
Hiç
düşünmedim... Kimseyi yönlendirmek istemem ama benimki yıllar önce yazdığım
senaryomun adı olabilir. 'I Am', muhtemelen 'Ben' derdim kitabıma.
- İlk
kitabınız 'Evrenden Torpilim Var'ın devamı mı bu kitap? Bunu anlamak için
ilkini okumak zorunda mıyız?
Devam kitabı
değil ama bağlantılar ve göndermeler var. Elbette okunduysa bu kitap daha rahat
bir yere oturacaktır ama okunmadıysa da sorun yok.
- Aynı zamanda
yaşam koçu olarak çalışıyorsunuz. Biraz önce sorgulamama gibi
alışkanlıklarımızdan söz ettiniz; danışanlarınızda karşılaştığınız, aşması en
zor kalıp hangisi?
İnsanların 'ben'
demesi çok zor. Zaten o yüzden bu kitap çıktı. Ama bunu aşılması zor bir duvar
gibi görmüyorum, insanlara ben diyebilmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu
anlattığımda rüyadan uyanmış gibi hemen yapışıyorlar. Ben demenin, bencil
olabilmenin tadı o kadar güzel ki... Tam tersi öğretilir bize; niye? Çünkü
herkes kendi çıkarını düşünür ve sen bencil olursan, ben senden alamam; o zaman
benim başım derttedir.
- Kitapta
danışanlarınızla yaptığınız çalışmalardan örnekler de var; bize de bir örnek
verir misiniz?
Bir kadın
danışanım geldi, ilk seans; nasıl üzgün, ifade etmem çok güç. Olan bir olaydan
değil, hayata üzgün; yüzüne yansımış... Bir insan sebepsiz yere bu kadar
üzgünse, üzüntüsünden vazgeçmiyor ve hala bu üzüntüyü yaşıyorsa bundan keyif
alıyor demektir çünkü kimse bu kadar üzüntüyü kaldıramaz. Direkt 'Bu halinden
ne keyif alıyorsun?' diye sordum. 'Olur mu canım öyle şey?' dedi. Uzun bir
seans yaptık, ertesi hafta bambaşka bir kadın geldi.
EVRENİN İŞİNİ
KOLAYLAŞTIRIN
- Bunun ona
hayatında faydası ne oldu? Ben demek ve üzgün olmamak hangi kapıları açıyor?
Biz hayata
biraz daha olumlu ve 'ben' odaklı bakmaya başladığımızda evrenin işi
kolaylaşıyor. Öbür türlü, üzgünsün ama bir yandan da mutlu bir hayat
istiyorsun. Karmaşık mesajlar gönderiyor ve işi çıkmaza sokuyorsun. Evren
fotokopi makinesidir, sen neysen sana, onu çoğaltır.
- Ne istersek,
evren bize onu veriyor... Diyelim ki Ahmet Bey, X firmasında şef olmak istiyor
ama onunla aynı işi bir kişi daha istiyor. Evrenin işi zor değil mi; o iki kişi
arasından kimi seçecek?
Evrenin
kısıtlı olduğuna inanırsak o zaman sorunuz doğru olur. Evet, bir tane şeflik
pozisyonu var ve Ahmet Bey, 'Ayşe'nin torpili var' dediği an, kendi
siparişinden vazgeçmiş oluyor. Halbuki ikisi birden tam gaz istemeye devam
etse, kabul ediyorum X şirketinde bir pozisyon var ama Y şirketinde de bir tane
pozisyon var. Belki, biri de oraya gidecek. Bununla ilgili en güzel soruyu bana
bir öğrencim sordu. Kendisi Dünya Karate Şampiyonu olmuş, 18 yaşında bir genç.
'Söylediklerinizi anlıyorum ama bir tane dünya karate şampiyonu var, onu nasıl
yapacağım?' dedi. Ve maçtan önce konuşuyoruz bunları... 'Bak' dedim, 'Finale
kalmış iki karateci var, belli ki ikisi de tam gaz o kupayı ısmarlıyor. Maça
çıktın, dövüşüyorsunuz. Adam, bir anda çok güzel bir hareket yaptı ve bir anda
'vay, bu adam benden iyi galiba' diye geçti içinden ve kaybettin!' Odak
kaybı... Taraflardan birinin odağı mutlaka kayacak; ya yoruldum diyecek, ya
seyircileri duyacak, ya hakeme takılacak. Yoksa sonsuza kadar sürer o maç.
Niye
olmayacağını açıklamaya çalışmayı bırakın!
- Size en çok
hangi sorunlarla geliyorlar?
Para, ilişki,
kariyer bir de özgüven var ama o genelde daha her yere yayılmış olabiliyor.
- Mesela ilk
sırada olan para sorunu; bir milyon dolarım olsun diye yazdırıp ona mı
baktırıyorsunuz?
O buz dağının
tepesi, yani sen onu istediğin kadar yap bir yandan da diyorsan ki 'Ya kardeşim
ben bankada memureyim, yöneticiyim, 5 bin lira gelirim var, yüzde 500 zam mı
alacağım?' Hop, odağı hemen başkasının kurduğu sisteme çevirdin. Başkalarının
gerçekliğini satın aldın. O artık senin inanç sistemin oldu. Halbuki sen onun
yerine 'Ben 10 bin lira kazanabilirim' demelisin. Belki bankadan kovulacaksın
çünkü 10 binlik iş geliyor sana... Ama özellikle Türkiye'de insanlar sürekli
niye olamayacağını açıklamaya bayılıyor. Bütün odak orada, o yüzden sen ister
bir milyon doların resmini karşına koy, ister git kuantum duşu al...
Hayat bir
sınav değildir
- Siz her şeyi
çözdünüz mü; yani evrenin sırlarını?
Yok, onu
söyleyen varsa zaten sopayla kovalayın. Eğer evren, kainat, hayat, gelişip
duran bir şey olmasaydı evet erebilirdim. Diyelim ki bugün, şu saat itibariyle
erdim. Evren ile ilgili her şeyi biliyorum. Bir saat sonra kainat genişledi...
Bir saat önce ermiştim ama şimdi bir hiçim. Çünkü erdiğim bütün bilgiler 20
Nisan 2011, saat 14.30'a kadar geçerliydi. Yepyeni gelişmeler oldu şimdi. O
yüzden her dakika tekrar tekrar erebilirsiniz ama sanırım biz o zaman size deli
deriz...
- Yaşam koçu
olabilmek için bir miktar ermek gerekmez mi? Yani benim bir defom, baş
edemediğim bir sorunum var ki koçtan akıl almaya geliyorum, koçumun da bu
sorunları çözmüş olması gerek diye düşünüyorum...
Yaşam koçu,
asla akıl vermez. Yaşam koçu olabilmek için bir miktar ermek değil,
anlattıklarını uygulamış olabilmek gerek. O kadar.
- Siz o
sınavlardan başarıyla geçtiğiniz için mi bunları anlatıyorsunuz insanlara?
Hayır, günün
birinde anladım ki meğer o yaşadıklarımın hiçbirine gerek yokmuş. Zannettim ki
hayat zor olmak zorunda ve ben mücadele etmeliyim. Bir gün durdum etrafımda iyi
durumda olan insanlara bakıp dedim ki 'Bütün zorlukları ben çektim. Bunlar,
bana olmalıydı.' Bir yerde yanlış yapıyordum ve onun ne olduğunu işte bu size
anlattıklarım sayesinde buldum.
Egoyu
anlamadan olmaz
- Dünyada çok
satan ve meşhur olan Rhonda Byrne'in 'Secret-Sır'ından ne farkı var sizin
yönteminizin? O da 'isteyin, evren size verir' diyordu...
Çekim
yasasını, yer çekimi gibi düşünün; bilim dünyasında yer çekimini anlatan
binlerce kitap vardır. Fark derseniz, bizim sistemimizde ego, çok detaylı çünkü
egoyu tam anlamadan ya da yanlış anladıktan sonra yola çıkarsanız, işiniz 50
kat zorlaşıyor.
- Egoyu
anlatın o zaman bize, nedir ego?
Ego, hayatla
ilgili aldığımız kararları bize geri hatırlatan mekanizmadır. 'Egomu
küçültüyorum, yok ediyorum' diyerek, hayatla ilgili aldığım bütün kararları
unutmak istiyorum diyorsun. Herkese soruyorum; 'Bana bir tane egosuz kişi
gösterin!' Genelde çok tanınmış gurulardan örnek veriliyor. Basit bir test
öneriyorum; getirin o egosuz amcalardan birini, bir hafta İstanbul'da benimle
yaşasın. Ben onu bir Sirkeci'ye sokayım, gece bir Tophane'de yalnız
bırakıvereyim, bir hafta sonra bakalım egosu var mı, yok mu?
- Sır ne?
En büyük sır
bizim çok güçlü olduğumuz, bu sır bizden yüzyıllar boyunca saklandı. Sen,
istediğini yaratabilirsin.
- Kendimi 'ben
muhteşemim, yetenekliyim, hayat çok güzel, çok iyiyim' diye motive ettim, egomu
güzelce cilalayıp sokağa çıktım, daha henüz taksi beklerken bir otomobil
yanımdan hızla geçip üzerimi çamura buladı... O çamuru ben çağırmadım bir,
ikincisi enerjim düştü, şimdi ne olacak?
Pozitif hal
öyle bir şey ki, gerçekten dediğin halde olduğunda, o araba sana değil bir
arkadakine sıçratıyor çamuru. Ama gerçekten öyle olmaktan bahsediyorum. Bir de
unutmayın ki, bu üç-beş günde değişecek bir şey değil, kolay değil 30 senelik
alışkanlığı yıkmaya çalışmak. O ruh halinin senin bir alışkanlığın haline
dönmesi gerekir. Bisiklete binmek gibi, pratik gerektiren bir iş. O yüzden bir
sistem var; sana dokunuyorum ve her şeyi iyileştiriyorum, sen de iyileştin
diyenlerden uzak durmak lazım.
Kurban gibi
yaşamayı seçmeyin
- Hadi, bize
hayatımızı değiştirecek bir öğüt verin.
Şu anda haline
çok üzülen, kızan, sinirlenen, hanımlar-beyler bilsinler ki bu cümleleri
söyleyen adam, annesini-babasını kaybetti; bir gözünü kaybetti; parasızlıktan
sokaklarda yaşamaya başladı; hayatta hiçbir şeyi kalmadı... Ben becerdiysem,
onlar da becerebilir. Birçoğu, 'ama neden diyecektir'... Çünkü kurban gibi
yaşamak bile bir sipariş, arkasında aldıkları bir zevk var. Ondan vazgeçmedikçe
hayatları zaten değişmeyecek! Size verebileceğim en basit tavsiye şükür etmek.
Şükür o kadar etkili ki!
- Peki, ama
bizim dışımızda olan-biten; hastalık gibi konularla nasıl mücadele edeceğiz?
Yine mi şükür?
Öncelikle, o
olanların bile bizim dışımızda olmadığını anlayarak. Bizim dışımızda hiçbir şey
olmuyor, bizim dışımızda bir evren düzeni yok. O zaman, cidden, benim
söylediklerim deli saçması olurdu. Hastalık da bire bir bireyin kendi
yaratması...
- Kimse
isteyerek hastalanmaz!
Kesinlikle,
kitapta gözümü nasıl kaybettiğimi anlattım. Benimki dışarıdan bir etkiydi ama
hastalık için de aynı şey geçerli, odağınız öyle bir yerdedir ki artık ne
şekilde getirebiliyorsa evren o şekilde getirir. Bir gün, bir öğrencim geldi,
yağmurdan sırılsıklam olmuş. Yanımda durdu ve 'Bunu da mı ben çektim?' dedi.
Toplum içinde yaşıyoruz, yağmuru kim çekti o gün bilemem; belki ben çektim,
belki çiftçiler, belki işe gitmek istemeyen memurlar. Ama çekilmiş şeyin
parçası olmayı sen seçtin.
- Diyelim ki
hastalığı çektik, olan oldu, kurtulmak için neyi çekmeliyiz?
Madem biz
mükemmel bir gücün ürünleriyiz, bu bizi de mükemmel yapar. Ruhsal olarak
yapmasa bile fiziksel olarak yapar. Tek yapılması gereken yoldan çekilmek. O da
nedir? Sürekli hastalığa odaklanma!
Kapılmış bütün
iyi erkekler eskiden kalastı!
- Modern
zamanlar, kariyer kadınları ve yalnızlık... Sanırım bu konu sizin danışanlarınızın
da temel sorunlardan biri. 'Bütün iyi erkekler kapılmış' diyen kadınlar için
tavsiyeniz nedir?
Siparişi öyle
verirseniz evren de 'hepsini başkalarına verdiğim için sana bir şey
veremeyeceğim' der! İkinci kaçırdıkları nokta bütün o kapılmış iyi erkeklerin
hepsi başta kalastı. Falanca ilişkiyle bir adım ilerlediler, filanca kadınla
bir adım daha ileri gittiler ve sonunda iyi bir adam halini aldılar.
Öğrencilerime nasıl bir erkek istiyorsun diyorum. Sayfalar dolusu yazıyorlar;
zeki, anlayışlı, kariyerli, paralı, yakışıklı, yaz Allah yaz! Herkes kendine
kurtarıcı arıyor. Her şeyden önce, senin enerjine uygun bir adam gelecek; o un,
sen maya, birlikte başlayacaksınız yoğrulmaya. Yoğrula yoğrula pişip güzel bir
ekmek halini alacaksınız. Ama istiyor ki beyaz atlı prensim gelsin! Gelsin de,
bakalım prens sana bakacak mı?
- O zaman
evlenmeye değil, enerjileri uygun birine odaklanmaları gerekiyor, iyi bir yol
arkadaşına...
Evet, keyif
alacağı, huzurlu, birlikte olmaktan son derece mutlu olabileceği biri... Altın
kural şu: Muhtaç olduğumuz hiçbir şeyi elde edemeyiz! Çünkü 'muhtaç olma' hali
içinde elde edememe korkusu barındırır, o da bir sipariştir. Yani bir şeye
muhtaçsan bir siparişin diyor ki istiyorum, diğeri diyor ki elde edememekten
korkuyorum. Evren ikisini de yapıyor!
- Yaşamak
için, ev kirası, çoluk, çocuk için paraya muhtacız çoğumuz...
Benim de
paraya ihtiyacım var. Muhtaç olmama durumunu en kötü senaryoyu okeyleyerek
ayarlayabilirsiniz. En kötü ne olur? Çocuğunuzun okul taksitini ödeyemezsiniz;
peki, devlet okuluna gider. Kira ödeyemezsiniz, daha az kira ödeyeceğiniz bir
ev mutlaka vardır...
- Başımıza
gelen kötü şeylerin hiçbiri hayatın sonu değil...
Hiçbiri! Öyle
görmeye başladığınız zaman muhtaç olma durumu ortadan kalkıyor ve kanallar
başlıyor çalışmaya ve o zaman neye ihtiyacınız varsa o geliyor.
Yazara göre,
hepimizin çocukluğumuzdan gelen, ailemiz ve yakın çevremizin dayatmaları sonucu
beynimizde yer etmiş olan, "ego" diye adlandırdığımız birtakım gizli
düşüncelerimiz var. Hayat boyu, isteklerimizin gerçekleşmesinin önündeki en
büyük engeli de işte bu gizli düşünceler oluşturuyor. "Gemi"nin asıl
kontrolü onlarda yani. İş bulmak zordur, iyi bir ilişkiyi yürütmek imkansızdır,
para kazanmak zordur, ben çok akıllı değilim, ben çirkinim, ben beceremem, acı
çekmek hayatın bir parçasıdır, beni kimse sevmiyor, fazla mal haramdır, ben hak
etmiyorum, o doğuştan şanslı ama ben de şans nerde... gibi. Oysa bu düşünceleri
değiştirmek her zaman elimizde. Evrene negatif sinyaller gönderen kişiler,
farkında olmadan bilinçaltlarında oluşturdukları bu düşüncelere uygun yaşamlar
sürmek durumunda kalıyorlar. Olumlu düşünmekte başka, istemeyi bilmek de
önemli. Hayattan hiçbirşey istemez ve beklemezsek, bize geri dönen hiçbirşey de
olmuyor sonuçta. Çünkü evren, yaydığımız enerjiyi okuyarak bizi tam da
enerjimize uygun ortamlara sokacaktır. Yoksa başımıza gelen olumsuzluklar,
karşılaştığımız yanlış insanlar, yaydığımız negatif enerjinin ürünleri mi?
Herşey bu kadar basit mi? Katılır ya da katılmazsınız, sizce doğrudur ya da
yanlıştır bilemem ama kitap, okuyucunun kendisini bu anlamda ciddi ciddi sorgulamasına
yol açıyor. Zamanda geri dönüp, bugüne değin yaşadıklarınıza göz atıyor;
kendinizle ilgili birtakım şaşırtıcı saptamalar yapmaya başlıyorsunuz: Yahu, şu
işe girememiştim ama girseydim de gidip gelmek zor olacaktı, yolu çok uzaktı,
içimde huzursuzluk vardı alırlarsa ne yaparım diye. Nişanlım da beni
terketmişti ama zaten benim de onunla ilgili şüphelerim vardı. Birbirimize
uygun değildik, evlenseydik mutlu olamayacaktık aslında... gibi. Acaba gönülden
istemedik miydi bunları; korkularımız, şüphelerimiz vardı da negatif sinyaller
mi gönderdik evrene, farkında olmadan? İster istemez bu şekilde düşünmeye
başlıyorsunuz.
Aykut Oğut,
kitabı kendi yaşadıklarından yola çıkarak yazmış tabii ki. Hayat hikayesine
şöyle bir göz atarsak: 1971 İstanbul doğumlu. Babasını üç aylıkken kaybediyor.
Mimar ya da elektronik mühendisi olma hayalini gerçekleştiremiyor. Ardından
konservatuvarın tiyatro bölümünde okumak için girdiği sınavı da 150 kilo olduğu
için kaybediyor. 30 kilo verdikten sonra tekrar deniyor ve bu kez Ankara
Üniversitesi Oyunculuk Bölümü'ne girmeyi başarıyor. Öğrenciliği boyunca
seslendirme yapıyor, dizilerde oynuyor. Okulu ancak 7 yılda bitirebiliyor.
Annesinin ölümü üzerine Türkiye'deki rahat hayatını bırakıp ani bir kararla
Amerika'ya yerleşiyor. Cebinde hiç parası olmadığı ve İngilizce bilmediği
halde! Florida'da bir benzin istasyonunun tuvaletlerini temizlemek üzere işe
başlıyor! Amerika'da başına bin türlü olumsuz şey geliyor. Bavulunu kaybediyor;
mısır gevreğine bira döküp yiyerek hayatta kalıyor; dayak yiyor, dayaktan sonra
girdiği komadan bir gözünü kaybetmiş olarak çıkıp tekrar parklara dönüyor.
Hapse düşüyor, orada annesinden sonra çok sevdiği üvey babasını da kaybettiğini
öğreniyor.
Bir de sonrası
var ama... Şakır şakır İngilizce konuşmaya başlıyor. Seslendirme yönetmenliği
yapıyor, Amerika'daki filmlerde başrol oynuyor, Hz. İsa'yı canlandırıyor, ödül
alıyor, 70 kilo verip filinta gibi oluyor, yepyeni ve mutlu bir hayat kuruyor.
Özel hayatı da kötü giden; bütün ilişkilerinde aldatılan, kadınlara hiç
güvenmeyen, gel-geç ilişkilerle yaşayan biri iken, nihayet istediği gibi,
sevdiği ve güvendiği bir kadınla mutlu bir evlilik yapıyor. Hayatı, sihirli bir
değnek değmiş gibi tamamen değişiyor. Bütün bunları, negatif enerjiden pozitife
geçmekle sağladığına inanıyor.
"Hayatın
tek amacı deneyimlemek ve keyif almaktır" diyor yazar. "Hadi canım,
bu kadar da basit olamaz" diyenlerin kitabı okumalarında yarar var. Ya
farklı bir bakış açısı edinir ya da en azından hoşça zaman geçirirler.
0 yorum: