Ego
mutsuzlukla geçinir; ne kadar çok mutsuzluk varsa onun için o kadar
beslenme vardır. Coşku dolu anlarda ego tamamen yok olur ve tam tersi:
Şayet ego yok olursa coşku üzerine yağmaya başlar. Eğer egoyu istersen
affedemezsin, unutamazsın; özellikle de acıları, yaraları, hakaretleri,
aşağılanmaları, kâbusları. Unutamayacağından değil. Onları abartmaya
devam edip duracaksın, onları vurgulayacaksın. Hayatında güzel olan
şeyleri unutmaya meyledeceksin, yaşamındaki neşeli anları unutacaksın;
onlar ego söz konusu olduğu sürece bir amaca hizmet etmezler. Neşe ego
için zehir gibidir ve mutsuzluksa vitamin gibidir.
Egonun
tüm mekanizmasını anlamak zorunda kalacaksın. Şayet affetmeye
çalışırsan bu gerçek affediş değildir. Çaba ile sadece
baskılayabilirsin. Sadece zihninin içinde sürüp giden aptalca oyunu
anladığında affedebilirsin. Yeniden ve yeniden onun tüm saçmalığı
görülmek zorundadır; aksi taktirde bir taraftan bastıracaksın ve o diğer
taraftan gelmeye başlayacak. Bir şekliyle onu bastıracaksın; o ise
kendisini başka bir biçimde gösterecek: Bazen o kadar zor fark edilir
bir biçimde olur ki onun çok iyi yenilenmiş, yeniden dekore edilmiş ve
dayanıp döşenmiş aynı eski yapı olduğunu fark etmek nerdeyse
imkânsızdır, neredeyse yeniymiş gibi görünür.
Ego
negatifte yaşar çünkü temelde ego negatif bir olgudur; o hayır deme
üzerinde var olur. Hayır egonun ruhudur. Ve nasıl olur da coşkuya hayır
diyebilirsin? Mutsuzluğa hayır diyebilirsin, ıstıraba hayır
diyebilirsin. Nasıl olur da çiçeklere ve yıldızlara ve günbatımına ve
güzel, ilahi olan her şeye hayır diyebilirsin? Ve varoluşun tamamı
onunla dolu – güllerle dolu – ancak sen hep dikenleri topluyorsun; bu
dikenlere çok büyük bir yatırımın var. Bir taraftan devamlı olarak,
“Hayır, bu perişanlığı istemiyorum” diyorsun ve diğer taraftan ise ona
yapışıyorsun. Ve asırlardır sana affet denildi.
Ancak
ego affetmek aracılığıyla da yaşayabilir, “Affettim. Düşmanlarımı bile
affettim. Ben sıradan bir insan değilim” fikriyle kendisini beslemeye
başlayabilir. Ve şunu asla unutma, hayatın temel ilkelerinden birisi
şudur; sıradan bir insan var olmadığını düşünen kişidir, ortalama insan
var olmadığını düşünen kişidir. Sıradanlığını kabul ettiğin an sıra dışı
hale gelirsin. Cehaletini kabul ettiğin an, ilk ışık huzmesi varlığının
içine girmiştir, ilk çiçek açmıştır.
İsa,
düşmanlarını bağışla, düşmanlarını sev der. Ve o haklıdır çünkü eğer
düşmanlarını bağışlayabilirsen onlardan özgürleşirsin; aksi taktirde
onların hayaleti seni takip etmeye devam eder.
Bugün
birisi sormuştu: “Osho niçin uyumlu bir aşk ilişkisi sıkıcı olur ve
ölür?” Uyumlu olduğu basit gerçeği nedeniyle! Ego için tüm çekiciliğini
kaybeder; sanki yokmuş gibi gözükür. Şayet mutlak bir uyum halindeyse
onu tamamen unutacaksın. Biraz çatışmaya ihtiyaç vardır, biraz
mücadeleye ihtiyaç vardır, biraz nefrete ihtiyaç vardır. Sevgi – senin
sözde sevgin – pek derine gitmez; o sadece cildinin derinliğindedir ve
hatta o kadar bile derin değildir. Ancak nefretin çok derine gider;
senin egon kadar derine iner.
İsa,
“Bağışla,” derken haklıdır ama o asırlardır yanlış anlaşılmıştır. Buda
da aynı şeyi söylemiştir; tüm uyanmış kişiler kaçınılmaz olarak aynı
şeyi söyler. Doğal olarak lisanları farklı olabilir – farklı çağlar,
farklı zamanlar, farklı insanlar – ancak vazgeçilmez olan özü farklı
olamaz. Bağışlayamazsan bu, düşmanınla, acılarınla, incinmişliklerinle
yaşayacaksın demektir.
O
nedenle bir taraftan unutmak ve bağışlamak istersin çünkü unutmanın en
iyi yolu affetmektir – eğer affetmezsen unutamazsın – ama diğer
taraftan da daha derin bir bağ vardır. Bu bağı anlamadığın sürece, ne
İsa, ne de Buda yardım edemeyecek. Onların güzel sözleri senin
tarafından hatırlanacak ama onlar senin yaşam tarzının bir parçası
olamayacak, kanında, kemiğinde, iliğinde dolaşmayacak. Onlar senin
manevi ikliminin bir parçası olmayacak; onlar bir yabancı, dışarıdan
dayatılan bir şey olarak kalacak; onlar güzel, entelektüel 42
olarak cezp edici ama varoluşsal olarak sen yine eski şekilde yaşamaya devam edeceksin.
Anımsanması
gereken ilk şey egonun varoluştaki en negatif şey olduğudur. O karanlık
gibidir. Karanlığın pozitif bir varoluşu yoktur; o sadece ışığın
yokluğudur. Işığın pozitif bir varoluşu vardır; bu nedenle karanlıkla
doğrudan bir şey yapamazsın. Eğer odan karanlık içerisindeyse, karanlığı
odanın içinden dışarı çıkaramazsın, onu dışarı atamazsın, onu hiçbir
biçimde doğrudan yok edemezsin. Onunla savaşmaya çalışırsan, yenilgiye
uğrayacaksın. Karanlık onunla savaşarak yenilgiye uğratılamaz. İhtişamlı
bir güreşçi olabilirsin ama karanlığı yenemeyeceğini bilmek seni
şaşırtacaktır. Karanlığın var olmaması basit nedeni yüzünden bu
imkânsızdır. Karanlıkla ilgili bir şey yapmak istersen ışık aracılığıyla
gitmen gerekir. Karanlık istemezsen içeriye ışık getir. Karanlık
istersen, o zaman da ışıkları kapat. Ama ışıkla bir şey yap; karanlıkla
doğrudan hiçbir şey yapılamaz. Negatif var olmaz; ego da öyle.
Bu
nedenle affetmeni önermiyorum. Sana sevmelisin ve nefret etmemelisin
demiyorum. Sana bütün günahlarını bırakmalısın ve erdemli olmalısın
demiyorum. İnsan türü bunların hepsini denedi ve tamamen başarısız oldu.
Benim işim tamamen değişik. Ben diyorum ki: Varlığına ışık getir. Tüm
bu karanlık parçalarıyla uğraşma.
Ve
karanlığın tam ortasında ego vardır. Ego karanlığın merkezidir. Sen
ışık getir – yöntem meditasyondur – daha çok farkında ol, daha çok
tetikte ol. Aksi taktirde bastırmaya devam edeceksin ve bastırılan şey
ne olursa olsun tekrar ve tekrar ve tekrar bastırılmak zorundadır. Ve
faydası olmayan, hiçbir faydası olmayan bir egzersizdir. O başka bir
yerden gelmeye başlayacaktır. Sende daha zayıf başka bir nokta
bulacaktır.
“Niçin affetmek, çoktan geçip gitmiş acılara yapışıp kalmayı bırakmak bu kadar zor?” diye soruyorsun.
Onların
sahip olduğun yegâne şey olması basit gerçeği yüzünden. Ve eski
yaralarınla oynamaya sürekli devam ediyorsun ki bu sayede onları
hafızanda taze tutabilesin. Onların iyileşmesine asla izin vermiyorsun.
Bir
adam trenin kompartımanında oturuyordu. Onun tam karşısında da yanında
bir piknik sepeti duran bir rahip oturuyordu. Adamın yapacak başka işi
olmadığı için o da rahibi izlemeye koyuldu.
Bir
süre sonra rahip piknik sepetini açıp dizlerinin üzerine özenle koyduğu
bir bezi çıkarttı. Sonra cam bir kâse aldı ve bezin üzerine
yerleştirdi. Sonra bir bıçak ve bir elma çıkarttı, elmayı soydu, kesti,
elmanın dilimlerini kâseye koydu. Sonra kâseyi eline aldı, arkasına
yaslandı ve elmayı pencereden dışarı boca etti.
Sonra
bir muz aldı, soydu, doğradı, kâseye koydu ve pencereden dışarıya boca
etti. Aynı şeyi bir armuda ve birkaç tane kiraza ve bir ananasa ve bir
tas kremaya da yaptı; hepsini özenle hazırladıktan sonra pencereden
aşağıya boca etti. Sonra kâseyi temizledi, bezdeki kırıntıları silkeledi
ve hepsini piknik sepetine geri koydu.
Rahibi şaşkınlık içinde izlemekte olan adam en sonunda sordu: “Affedersiniz Peder ama ne yapıyorsunuz burada?”
Rahip son derece sakin bir şekilde yanıtladı: “Meyve salatası yapıyorum.”
“Ama hepsini pencereden aşağıya atıyorsunuz” dedi adam.
“Evet,” dedi rahip. “Meyve salatasından nefret ederim.”
İnsanlar
nefret ettikleri şeyleri taşımaya devam ediyorlar. Nefretlerinin içinde
yaşıyorlar. Yaralarına sürekli parmak basıyorlar ki bu sayede
iyileşmesin; iyileşmesine izin vermiyorlar, onların tüm hayatı
geçmişlerine bağlı.
Şimdide
yaşamaya başlamadıkça, geçmişi unutmayı ve bağışlamayı
başaramayacaksın. Geçmişte olan her şeyi unutup bağışlamanı önermiyorum;
benim yaklaşımım bu değil. Ben diyorum ki: Şimdide yaşa. Varoluşa
pozitif yaklaşım budur; şimdide yaşa. Daha çok meditasyon halinde ol,
daha farkında ol, daha tetikte ol çünkü sen tetikteyken ve farkındayken
şimdidesindir, demek de onu söylemenin başka bir yoludur.
Farkındalık
geçmişte ve gelecekte olamaz. Farkındalık sadece şimdiyi bilir.
Farkındalık geçmiş nedir bilmez; onun sadece tek bir zamanı vardır o da
şimdiki zamandır. Farkında ol ve sen şimdinin daha çok tadını
çıkartmaya başladıkça, şimdinin içinde olmanın saadetini hissetmeye
başladıkça, herkesin yapmaya devam edip durduğu şu aptalca şeyi
bırakacaksın. Geçmişe gidip durmayı bırakacaksın. Unutmak ve bağışlamak
zorunda kalmayacaksın, o basitçe, kendiliğinden ortadan kayboluverecek.
Şaşıracaksın: nereye gitmiştir? Ve bir kez geçmiş artık mevcut değilse
gelecek de yok olur çünkü gelecek sadece geçmişin bir yansımasıdır. Alıntılar 43
Geçmişten
ve gelecekten özgür olmak özgürlüğü ilk defa tatmak demektir. Ve bu
deneyimde kişi bütün, sağlıklı hale gelirse tüm yaralar iyileşir.
Ansızın artık hiçbir yara yoktur; çok derin bir iyi olma hali içinden
yükselir. Bu iyi olma hali dönüşümün başlangıcıdır.
OSHO
0 yorum: