Şimdi para enerjisinin dayanıklılık
ve bekasının eril ilke ile bağından söz etmek istiyorum. Eril ilkenin ailedeki
en önemli …temsilcisi babadır. Baba ve eril ilke yaşamda sağlamlığı ve
kalıcılığı temsil eder. Paranın kalabilmesi için babaya “evet” demeniz gerekir.
Gökyüzü eril ilkenin en büyük temsilcisi, hava da yaşamanın olmazsa olmazı
değil mi zaten? İster yağmur, ister fırtına, ister dolu, ister kar getirsin,
havaya “hayır” diyebilir misiniz?
Babamıza “evet” demek, tıpkı hava
gibi ona her koşulda rıza göstermektir. Başka bir deyişle ona tüm yaşamı,
deneyimleri, suçları, eksik/fazla yanları, hataları, geçmişi, genetik
kodlamasında kaydı bulunan bulunmayan tüm ataları, onların
yaptıkları/yapmadıkları, evrensel/bütünsel sisteme verdikleri veremedikleri ile
hiç ayırımsız total ve koşulsuz bir kabul anlamına gelir. Biz babamızın bazı
yanlarını beğenmez ve reddersek…
İşiniz var. Çalışıyorsunuz, geliriniz
birçoğunun özeneceği kadar yüksek. Demek dişi ilke, dünya ana ve tabii kendi
annenizle ilişkileriniz gereğince iyi. Buna karşın kazancınızda bereket yok. Ne
yapsanız en azından bir ev sahibi olamıyor, paranızın birikmesini
sağlayamıyorsunuz. Hatta bu kadar gelire rağmen gelirinizi giderinize
denkleştiremiyor, ay sonuna borçsuz ulaşamıyorsunuz.
Bir işyeri sahibisiniz.
Çalışanlarınız, müşterileriniz memnun, ürününüz kolayca pazarlanıyor,
vergilerinizi, SSK, Bağ-Kur ödemelerinizi düzenli gerçekleştirebiliyorsunuz.
Para akışınız da iyi, tahsilâtlarda her hangi bir tıkanıklık görmüyorsunuz.
Buna karşın kazancınızda bereket yok. Ne yapsanız en azından bir ev sahibi
olamıyor, paranızın birikmesini sağlayamıyorsunuz. Herkese yardım eden,
varlığıyla destek sunan siz kendiniz için belli bir rakamdan sonrasını
ayıramıyorsunuz.
Her şeyin bu kadar iyi olmasına
rağmen birikim yapamamanızı bir türlü açıklayamıyor, neredeyse nazara, büyüye
bağlıyorsunuz…
Dikkat edin! Annenizle ilişkiniz
gereğinden fazla iyi olabilir…
Bert Hellinger “düzen bir araya
getirir, böylece sevgi akar” diyor. Aile en küçük toplumsal birliktir. Ailede
evrensel düzen sevginin akışkanlığını sağlar. Ailede düzen her şeyden önce,
ebeveynlerin vermesi ve çocukların alması üzerine kuruludur. Ebeveynler, kendi
anne babalarından ve yaşam boyu birbirlerinden aldıklarını, çocuklara
aktarırlar. Çocuklar ise önce ebeveynlerini anne ve babaları olarak kabul eder,
sonra da onların kendilerine sunduklarını alıp kendi deneyimlerinden gelen
zenginliklere temel olarak kullanırlar. Herkes daha önce kendi anne babasından
ve daha sonra eşinden aldıklarını birleştirip sonraki nesle sundukça bir araya
getiren düzen kalıcılık kazanır ve buna bağlı olarak sevgi sorunsuzca akar.
Böylesi bir sevgiyle desteklenen kişi yaşamda tartışmasız başarıya ulaşır.
Burada sözünü ettiğimiz veriş ve alış
genel bir veriş ve alış hali değil, tam olarak yaşamın verilişi ve alınışı
halidir. Ebeveynler çocuklarına geldikleri sıraya göre yaşamdan elde
ettiklerini verirler, çocuklar da geldikleri sıraya göre önce anne ve
babalarından sonra büyük kardeşlerden yaşamı ve aile büyüklerinin yaşamdan elde
ettiklerini alırlar.
En büyük kardeş en önce geldiğinden,
anne babadan en çok alandır. O da kardeşlerine en çok verir. İlk kardeş herkese
verir, ikinci abiden/abladan alır, kardeşlerine verir ve bu sırayla devam
ederken, en son gelen kardeş anne babadan en az ve büyük kardeşlerden en fazla
alan olur.
Yaşamın ilerleyen yıllarında,
ebeveynler yaşlanıp bakıma muhtaç hale geldiğinde, diğer kardeşlerinden en çok
alan küçük kardeş, anne ve babasının bakımını üstlenir. Böylece dengeyi
sağlamaya gayret eder. Bu diğer kardeşlerin kendisine yardım etmeyeceği
anlamına gelmez ama görevin büyüğünü üstleneceğine işaret eder. Bu zorlamayla
değil, kendiliğinden olandır.
Sevgi düzenleri, çocukların yaşamı
anne babalarından tam da onların verdiği gibi ve bütünlüğüyle almalarını gerektirir.
Ayrıca anne ve babalarını “keşke benim annem babam daha farklı, -örneğin- daha
zengin, daha kültürlü, daha zeki, daha akıllı olsaydı” türünden her hangi bir
dilekle değil tam da oldukları gibi almalarını, kabul etmelerini gerektirir.
Bütün bunlar olurken elbette anne ve
baba kendi arasında da birlikte düzen içinde olmanın ve sevginin akmasına izin
vermenin yolunda olmalıdırlar. Bu yolda kalmayı reddetmeleri, aralarında
sürtüşmelere, tartışmalara hatta kavgalara kadar gidebilir. Bu büyüklerin işidir
ve küçükleri ilgilendirmez. Nehirlerin yukarı akamayacağı gibi, aile içi düzen
de geriye doğru kurulamaz.
Çocuklar, görünen ne olursa olsun,
ebeveynlerin sorunlarında taraf tutmayı reddetmek zorundadırlar. Her çocuk % 50
anneden ve % 50 babadan gelenlerle ortaya çıkmıştır. Anne ya da babanın bir
yönünü reddetmek, eleştirmek, yargılamak, aynı zamanda kendi içindeki bir
parçayı da reddetmek, eleştirmek ve yargılamak anlamına gelir. Kendisini bütün
olarak alamayan kişi aynı zamanda içinde sevginin akmasını engelleyen kişidir.
Ancak genellikle ebeveynler kendi
aralarındaki çözümsüzlükten kurtulmak veya karşı taraf önünde güç kazanmak
adına çocuklarına baskı yaparlar. Bunu sözle veya davranışla ortaya koymaları
ya da içlerinden geçiriyor olmaları çok da önemli değildir. Sadece aralarında
sorun olması yeter. Bu görülmese de sezilir ve hatta ruh tarafından mutlaka
bilinir. Çocuklar genellikle, göremedikleri ama sezgisel olarak bildikleri
durumda da alenen ortada kavga olan halde de aynı davranır, toplum tarafından yönlendirilmiş
bireysel vicdanlarının dayatmasıyla ezilen tarafın yanında olurlar.
Annenin babayı incittiği hallerde
çocuk çok da istemeden hatta mümkünse gizlice babasının yanında yer alır.
Annenin bunu fark etmesini çok istemez aslında ama vicdanına da yenik düşer
işte. Babanın anneyi ezdiği durumlardaysa, çocuk açıkça, göstere göstere babaya
kızar, kırılır. Bu davranış sanıldığı kadar saçma ya da gereksiz değildir.
Çocuk gözünde anne en önemli
varlıktır. Neredeyse, anne olmadan çocuk da var olamaz. Baba daha sonra gelir
ve çocuk en saf haliyle anne varsa babanın yerinin dolacağını sanır. O yüzden
annenin mağdur olduğu hallerde taraf tutmak çok daha kolay ve sık rastlanılan
bir haldir. Evlat, içten içe annesini üzen babasını yargılar, reddeder hatta
elinden gelse cezalandırır. Ayrılık bilinci…
Oysa çocuk bu davranışıyla içindeki
eril enerjiyi yargılamış, dışlamış, reddetmiştir. Yaşamdan sağlamlık, kalıcılık
ve etkinlik enerjilerini çekebilecek ve kendisinde kalmasını sağlayabilecek
alanda enerjisel kopukluk hatta yoksunluk başlatmıştır.
Benzer enerjiler birbirlerine
çekilirler yasası gereği, kendi enerji alanında eksik ya da yetersiz olan eril
enerji dışarıdan geleni alıp kendine katma ve kullanabilme olanağını
kaybetmiştir.
Pek çok kez, çocuk bireysel vicdana
kıyasla daha etkili olan sevgi düzenlerine ilişkin içsel bilgisine bağlı
kalmayı böylece anne ve babasına eşit mesafede olmayı yeğler. Kendisi için
neyin gerekli olduğunu bilen içsel sesi onu hata yapmaktan, kendini
eksiltmekten, içerme kapasitesini daraltmaktan uzak tutuyordur. Ancak anne çok
eziliyorsa, çocuğa “baban bana haksızlık ediyor, görmüyor musun, bir şey yap,
senden başka silahım yok” mesajını, bakışıyla, duruşuyla, tavrıyla hatta
gerektiğinde sözle o kadar net vermeye başlar ki, çocuk ister istemez
etkilenir. Annesinin artık kendisine sevgi vermeyeceğini sanarak sırf o sevgiyi
alabilmek adına kurban rolünü kabul etmeye başlar.
Bu noktadan sonra çocuk giderek zayıf
düşmeye ve maddi kayıplara uğramaya başlar. İçsel sesi yaptığı hatayı maddi
kayıplarla görünür kılmaya çalışıyordur. Anne desteği tam olduğundan buradaki
durum para kazanmayı başaramayan insandan daha farklıdır. Parayı kazanıyor ama
gitmesine bir türlü engel olamıyordur.
Bazen erken ölen eşe kırgın kalan
anne, bilerek ya da bilmeyerek çocuğun da kırılmasına, erken ölümünü ve
kaderini onurlandırması gereken babasına bırakın saygı duymayı kızgınlık
duymasına bile sebep olur. Çocuk içten içe iki yönlü suçluluk duymaya başlar.
Hem annenin kendisini sevmesi için babasını dışlamak zorunda kalmaktan hem de
buna bağlı suçluluk duyarak annesini üzmekten rahatsızdır ama rahatsızlığını
dillendirip anlamlandıramaz.
Ya da baba başka bir kadınla gitmek
de dahil her hangi bir sebeple aileyi terk etmiş olabilir. Belki de baba para
vermiyor ya da kumarda yiyordur. Birini öldürmüş, hırsızlık yapmış, bir şekilde
kriminal bir davranışta bulunmuş cezaevine konmuştur. Babanın uzakta olması
için haklı haksız pek çok sebep olabilir. Ancak bütün bunlar o çocuğun babası
olduğu gerçeğini değiştirmez. Çocuk yukarıda da belirttiğim ve üzerine basa
basa tekrar tekrar söylediğim gibi babasına saygı duymak ve onu tam da olduğu
haliyle bir bütün olarak almak, kabul etmek zorundadır. Babayı yargılamak,
eleştirmek, dışlamak, kendi parçasını dışlamaktır ki bütün olmamıza engel olan
bu tür bir davranış bizim yaşamımıza sorunları davet eder çünkü sevgi akışı
kendi seçimi yoluyla kesintiye uğramış ve engellenmiştir.
Özellikle baba yaşamın neşe
kaynağıdır. Babasını yargılayan çocuk aynı zamanda yaşamın neşe kaynağını da
yargılamış ve reddetmiştir.
Anne babamızı yaptıklarından dolayı
yargılarsak içimizdeki cezacının harekete geçmesine engel olamayız. Suç cezasız
kalmamalıdır, sosyal yaşam bizi ve vicdanımızı böyle eğitmiştir. İçimizdeki
cezacının gücü anne babamıza doğrudan ceza vermeye yetmez. Bu nedenle biz
çeşitli yollarla kendimize zarar ve böylece dolaylı olarak -kendi bünyemizde-
ebeveynlerimize ceza verme eğilimine gireriz.
Kazalar, kayıplar, mutsuzluk bizim
yaşarken içten içe sevindiğimiz deneyimler haline gelebilir. Ne de olsa,
ebeveynlerimiz bizim bu halimize üzülüyorlardır. Ayrıca, kendimize ceza vermek,
içimizde ebeveynimize ilişkin parçaya da ceza vermektir…
Kendimize zarar vermek için önce
küçük kazalar yaratırız. Düşer dizimizi, dirseğimizi incitiriz. Daha sonra
hastalıklar gelir. Ağır hastalıklar yaratıp, başta bizi babamızdan ayrı tutmaya
gayret eden annemizi cezalandırır, sonra da babamıza “bak senin yüzünden neler
oldu gördün mü” mesajı veririz.
Giderek neşemizi yitirmeye, içimize
kapanmaya başlarız. Bu halimiz ebeveynlerimizin canını yakan, onları üzen bir
haldir ve bunu sevgiyle kullanırız onlara karşı… Cezalandırma aslında bir
dengeleme arzusudur. Eksik olanı sisteme katmak veya görünür kılmak adına
yarattığımız bir yaklaşımdır. Neşeyle yakından bağlantılıdır.
Neşe eril ilkeye daha yakın olması
nedeniyle, çocuğun yaşamına babayla geçirdiği zamanlar yoluyla katılır. Ancak
annesini kaybetmekten korkan çocuk, babasıyla giderek daha az zaman geçiriyor
ve dolayısıyla daha az neşeye ulaşıyordur. Giderek kendinin neşelenmeye değer
olmadığına inanmaya başlar ve tabii cezayla elele olan kısır döngü de burada
ona katılır…
Sıra neşesizliği dengeleme gereğine
gelmiştir. Bu hali dengelemeye çalışan çocuk, iş yaşamında eğlenmeye, yaşamında
eksik olan neşeyi oradan elde etmeye çabalar. Bu bilinçli bir yaklaşım
değildir. Tamamen içgüdüsel ya da sezgiseldir.
Bir yandan anne sevgisini yitirme
korkusu, öte yandan neşeye kendini değer bulmamak… Bocalamakta olan çocuk
dengeyi para kazanıp o parayı elde tutamamakta bulur. Böylece neşe yaratmak
için oynadığı oyunu her an yeniden, başka kostümler ve ayrı repliklerle sahneye
koyabilecektir…
Başlangıçta söylediğim gibi
kazandığınız paranın bereketi yoksa ne kadar kazanırsanız kazanın bir biçimde
elinizden çıkıyorsa, bu oyundan da sıkıldıysanız, size önerim babanızın önünde
saygıyla eğilip özür dilemenizdir.
Babanız çoktan dünyasına göçmüş, sizi
ve annenizi yıllar önce terk etmiş ya da basitçe emekliye ayrılıp köşesine
çekilmiş olabilir. Öyle bir durumu vardır ki bırakın size destek vermeyi,
kalkıp kendi başına tuvalete gidemiyordur. Ya da her ne durumdaysa, yanınıza gelemiyor
veya tüm olanlardan sonra ne yapsa sizin yüreğinize ulaşamıyordur.
Zihniniz size oyun oynamaya devam
eder. “Babam zaten yaşlı, uzak, hasta, öldü, nerede olduğunu bile bilmiyorum”
gibi tümcelerle sizi ondan uzak tutmaya başka bir deyişle ayrılık bilincinde
olmanızı haklı kılmaya çabalar.
Siz onu dinlemeyin. Babanız nerede
olursa olsun, ister yaşasın ister dünyasına göçmüş olsun, ister en iyi baba
mansiyonu alacak kadar mükemmel, ister en kötü baba damgası yiyecek kadar
zararlı olsun, siz ona saygıda kusur etmeyin. Babanız sizi görmese de ona saygı
duyduğunuzu ve tam olarak nasılsa o haliyle kabul ettiğinizi duymasa da
bilinçdışı alanda bu yaklaşımınızı bilecektir. O bilmese bile, sizin içinizde
babanız aracılığıyla reddettiğiniz kısım geriye gelebilecek ve siz tekrar bir
bütün olabileceksiniz.
Hayatta sağlamlık kazanmak, kolay ya
zor kazandığınız paranın kalıcılığını sağlamak ancak bu bütünlüğü yakalamakla
olasılık kazanır. Benden söylemesi…
Peki ne olacak? Ne yapmalı, nasıl
başa çıkmalı?
Yapmanız gereken basit, babanızı,
onun karşısında durduğunuzu ve gözlerine baktığınızı imgeleyin. Aynı anda
babanızın arkasında tüm atalarınızın tüm deneyimleri ve onların sonuçları ile
orada hazır olduklarını düşünün/var sayın. Babanızın gözlerine bakın ve sizi ne
kadar sevdiğini görmeye gayret edin. Arkasında duran insan kalabalığına ve
onların tüm ayrılık bilincine, kendi yaşamının tüm zorluklarına, annenizle olan
tüm sorunlarına, kendi ebeveynlerinden alamadıklarına rağmen size yaşam
verdiğini aklınızda bulundurun. Öylece bir süre kalın.
Sonra onun önünde eğildiğinizi,
başınızı yere değdirip ellerinizi -avuç içleriniz yukarı bakacak şekilde- onun
önüne doğru yere koyduğunuzu hayal edin. Bir süre öylece bekleyin ve sonra
“Babacığım sen büyüksün ben küçüğüm,
bu güne dek sana saygısızlık ettim, çok üzgünüm, lütfen beni bağışla, seni
seviyorum ve teşekkür ediyorum”
deyin.
Onun sevgisinin rahatlıkla size doğru
akabildiğini, içinizin eksik kalan yanının tamamlandığını hissedene dek öylece
kalın.
Bunu bir seferde yapamayabilirsiniz.
Yılmayın, denemeye devam edin..
Zeynep Sevil Guven
Kaynak zasge
Alıntıdır.
https://anetteinselberg.com/2015/06/08/para-enerjisi-ve-anne-baba-bagimiz/
KENDİ KENDİNİZİN YAŞAM KOÇU OLUN
Kitabımı edinerek kendinize ve bana katkıda
************************************************
KONTROL SENDE kitabımı satın alarak hayatınıza katkıda bulunmak ister misiniz?
KENDİ KENDİNİZİN YAŞAM KOÇU OLUN
***********************************************
0 yorum: