Yerin seni çektiği kadar ağırsın,
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın,
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Gülebildiğin kadar mutlusun.
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar inansın.
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer;
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret,
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın.
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın,
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak,
Bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir,
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli,
Bebek ağladığı kadar bebektir.
Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren, Sevdiğin kadar sevilirsin...
Hayatı bir şarkı
gibi yaşamak sanırım harika bir şey olurdu. Ritmiyle, melodisiyle ve
aslında anlattığı sizin öykünüzle...
O
öyküye ruh katan melodi, bazen davullarla coşup, bazen keman ile ince ince
yüreğinizi seslendirse, bazen de duyulması güç bir tınıda bir şeyler fısıldasa...
Derinlerinizdeki
çığlığınızı, hüznünüzü ya da yalnızlığınızı anlatsa ya da...
O bizim öykümüzü anlatsa, sessiz ve sözcüksüz ama bir dolu şeyi yüreğimize eş
hissettirse... O melodinin tamamında kendi öykümüzü bulabildiğimiz bir şarkı
olsa...
Hayatınız bir şarkı, bir melodi olsa hangisi olurdu? Ne hissettirirdi size?
Hayatı bir şarkı gibi yaşamak... Ama o şarkının bir yerine takılı kalmadan...
Başa alıp alıp durmadan... Müzik bizi nereye götürürse, sürüklenip, kendimizi
alıkoymadan, aynı hayat gibi bırakabilir miyiz ritme ve ritmin bize
yaşattıklarına?
Müziğe kendimizi bıraktığımız gibi dans etmeye başlar mıyız peki sonra?
İçimizden geldiği gibi... Ezberlediğimiz figürleri bir kenara bırakıp...
Hissettiğimiz gibi... Acaba saçmalıyor muyum demeden... Gözlerimiz; bize bakan
gözlerin ne düşündüğünü umursar bir halde dışarıya dönük olmadan... Hatta
gözlerimiz olmasa...
Kapatın gözlerinizi... Elleriniz hareket etsin, salının ve içinizdeki tempoyla
melodiye bırakın kendinizi... Kontrol etmeden o hareketleri... Sağa üç adım,
hoop sola 3 adım olmadan... Bildiğimiz tüm figürleri-hissettiklerimiz ile yer
değiştirebilir miyiz peki?
En iyi dans edenlerin gözleri açıkta olsa, aslında dışarıda bir şey
görmediklerini gözlemlerim hep... Ve benim için profesyonel dansçılar belli bir
eğitimin yanı sıra, ruhlarında da o ritmi hissederek aktarırlar danslarına...
İzlerken hissettirirler, çünkü gözlerimle değil, ruhumla algılarım o duyguyu...
İçim titrer... Aynı, eş duyguları hissederim... Onlar dans ederken, ben hissederim.
Dansı bir oyun gibi görenler, sadece oyunu oynar ezbere... Sağa dön, sola dön,
tempo tempooo... Tempoyu tutturmak için direnen beden ile, aklın ısrarı eşlemez
ya bir türlü... O bir dans değil savaş olur... İçinde ruh olmadan,
hissedilmeden yapılan herşey bir savaş değil midir? İçinde direnme olan, içinde
ezber olan, kazanan kaybeden olan, olması gereken olan...
Bir başka
dans şekli ise, hissettiği gibi dans etmektir... Bir ortamda dans ile
profesyonel olarak alakası olmasa da hissettiği gibi dans eden birine
güldüklerinde, genelde kızarım. Adamın eli kolu ayrı, bacağı farklı oynasa da,
bilindik tüm figürleri es geçse de, gözleri kapalı-kendinden geçmiş meditatif
bir haldedir... Bedenini, ruhunu tempoya bırakır... Aklı ezberlenen figürleri
çöpe atmış, kalbiyle teslim olmuştur ritme... Ben böyle insanları hep takdir
ederim... Hissettikleri gibi dans edebildikleri için... Dışarıda bir şey
yoktur... Ona bakanların ne dediği de... Beden, ruh ve ritm içselleşip, hareket
olmuştur teslimiyetinde... Özgürdür... Dışardan ona bakanlardan alkış
beklemez... Öyle bir kaygısı da yoktur... Onun hissettiği–onun ritmi budur,
hayat gibi hissettikleri de dışarıdan takdirle beslenmez çünkü... Kendini
kanıtlamak için figürleri yoktur... İçinde bir tempo vardır ve bir de teslim
oluş, figürsüz-kuralsız... Ben böyle hissettiği gibi dans edenlere gülenlere
kızarım... Hissettiğinle kendini akışa bırakmanın komik bir yanı yoktur
çünkü...
Hayatın bin bir hali
aslında çok şey anlatır bize...
Dans gibi yaşamak, içimizdeki ritme ayak uydurur gibi akışa bırakmak kendini...
Bir şarkı, bir melodi düşünün. O sizin şarkınız, sizin yaşamınız olsun.