Kontrol Sende -Çekim Yasası ve Bilinçaltı Dönüşüm Rehberi Kitabı - 2017

Images

Ummakla, dilemekle olmuyor, ayağa kalkacaksın!

Başkalarına değil, kendi gücüne inanacaksın. Birinin boynuna asılarak durursan, karşındakini yormakla kalmazsın, bir gün kendi kolların bile çekemez ağırlığını düşersin; kimseye dayanmayacaksın! Dünya da sensin, evren de! Kendini geliştireceksin. Büyüyeceksin, olgunlaşacaksın. Ruhunu da, aklını da bedenin gibi besleyeceksin. Önce sen büyük olacaksın, farkında olacaksın, sonra dünyanın zevklerinin, aşkın, hayatın tadını çıkaracaksın. Emanet hayatlara tutunup, ömrünü harcamayacaksın. Ne olmasını bekliyorsan, sen öyle oturdukça, olmayacak. Boşuna hayal kurmayacaksın!


Yattığın yerden, kurduğun hayale uygun bir beyaz atlı prens beklemeyeceksin. Aklın çalışacak, elin ekmek tutacak, kimseye boyun eğmeden yaşamanın lezzetini bileceksin. İster kocan olsun, ister oğlun, ister anan, ister baban, kimsenin sevgisiyle hükmünü birbirine karıştırmayacaksın. Ezilen, zavallı, akılsız olmak kazandırır gibi dursa da, sonunda mutlak kaybettirir; bunu unutmayacaksın!


İnsanız hepimiz, elbette zayıflıklarımız, düşkünlüklerimiz, saflıklarımız var ancak kendi huylarını, eksiklerini iyi tahlil edeceksin. Ardından gözyaşı döktüğünün adını doğru koyacaksın! Yıllar süren yaslar yaşayıp, unutamadığını iddia edeceğine, neden hayatına başlayamadığını çözeceksin. Korkularınla yüzleşeceksin.


Hiç kimsenin ve hiçbir şeyin senden daha önemli olduğunu düşünmeyeceksin. Bedenine, ruhuna, aklına sahip çıkacaksın. Hak etmeyenin ardından yas tutup, bunu da aşka bağlayıp, aşkın şanını kirletmeyeceksin. Kendini tanıyacaksın, hem de çok iyi tanıyacaksın! Kimleri, neden ve niçin seçtiğini bileceksin.


Hayatını, gereksiz şeyler uğruna harcamayacaksın. Kalbinde yaşadığın her duyguyu aşk sanıp, peşinden çöllere düşmeyeceksin. Aşkın adını ağzına almadan önce, uzun uzun düşüneceksin. Yüreğinle yüzleşeceksin. Sevgiyi, tutkuyu, şehveti, alışkanlığı, çekimi, aşkı birbirinden ayırt edeceksin.


Gerçekleri anlayacak, sonu her ne olursa olsun kabul edeceksin. Bazen bildiklerin, öğrendiklerin acı verir. Onu da yaşayacaksın. Önce kendinin, ne olduğunun, nelere sahip olduğunun, gücünün, yeteneklerinin, bu hayata neden geldiğinin farkına varacaksın.


Ummakla, dilemekle olmuyor, ayağa kalkacaksın! Her şeyden önce farkına varacaksın! Hangi öğretiye inanırsan inan, üstün körü anlamayacaksın. Bir bilgiyi gerçekten hayatında uygulayamıyorsan, o bilgiye sahip olduğun yanılgısına kapılmışsın demektir. Kendini kandırmayacaksın!


Yanlış Hayatın Peşinde Koşmayacaksın! Sistem böyle çalışmıyor! Düşünce gücü, metafizik, parapsikoloji, yoga, meditasyon, aklına her ne geliyorsa, neye inanıyor ve peşinden gidiyorsan, hepsi bir yerde tıkanıp kalacaktır!


Ne olmasını bekliyorsun? Hayatın sana ne sunmasını bekliyorsun? Dün akşam hayalini kurduğun şeylerin, sabah olunca gerçekleşeceğini mi umuyorsun?

Can Yücel
Images

EFT ile Boğaz Çakrasının Temizlenmesi

Aşağıda EFT (Emotional Freedom Techniques) yöntemi ile Boğaz Çakranızı temizlemek için kullanabileceğiniz örnek bir çalışma hazırladım.Burada göreceğiniz protokoller aylarca olumlama yaparak çalıştığınızda alacağınız neticeyi bir kaç haftaya indirebilmektedir. Gürültüsüz ve yalnız kalabileceğiniz bir ortamda mutlaka uyumadan 5 dakika önce okunması gereken bu protokolleri Ambika Wauters’in The Book Of Chakras kitabındaki olumlamaları türkçeye çevirerek EFT sistemine de adapte edilmiş halde sunuyorum.

Uygulama: Bir hafta boyunca sadece günde bir defa ve yatmadan bir kaç dakika önce okuyunuz. Lütfen olumlamaları EFT ile ilgili akupuntur noktalarına vuruş yaparak uygulayınız aksi taktirde istediğiniz etki geniş bir zamana yayılabilir. EFT uygulamasına yabancı iseniz http://www.eftuniverse.com/ adresini ziyaret ediniz ya da bu konuda pratik veren bir çok video öğrenmenizi kolaylaştıracaktır.

Size sunduğum olumlamayı olduğu gibi kullanabilirsiniz. Ancak örnekte göreceğiniz protokoller beni yansıttıkları için sizler, aşağıda bahsedeceğim noktalarda istediğiniz değişiklikleri yapabilirsiniz.

Images

Sır'rı Kullanma Klavuzu

1.''Geç Kalmak İstemiyorum'' Yerine ''Zamanında Gitmek İstiyorum''Deyin:
İnsanların istediklerini elde edememelerinin tek sebebi, olmasını istedikleri şeyler yerine olmasını istemedikleri şeyler üzerine düşünüyor olmalarıdır.
Örnek:''Geç kalmak istemiyorum'' düşüncesi sizin geç kalmanıza neden olur. Çünkü bu düşüncede baskın olan birşeyi ''istememek''tir. Oysa sonuca varmak için ''zamanında gitmek istiyorum'' diye düşünmeniz gerekir. Beyninizi ''istemedikleriniz'' üzerine değil ''istedikleriniz'' üzerine düşünmeye programlayın..

2.Israrla Düşündüğünüz Herşeyi Çağırırsınız:

Siz ona inansanız da inanmasanız da onu anlasanız da anlamasanaız da çekim yasası işleyişine daima devam eder. Bu yasa ''hayır''ları, ''değil''leri, ''olmaz''ları hesaba katmaz.
Örnek: Siz ''bu kadar işle başa çıkamam'' diye düşündüğünüz zaman çekim yasası bunu şöyle kaydedecektir: ''Başa çıkamayacağım kadar çok iş istiyorum''


3.Tarafsız Kalmak Sizi İyiye Değil Kötüye Götürür:

Moraliniz bozuk olduğunda kendinizi daha iyi hissetmek ve düşüncelerinizi değiştirmek için çaba sarfetmediğiniz takdirde verdiğiniz mesaj olumsuz olacaktır.
Örnek: Kendinizi kötü hissettiğiniz zamanlarda eğer düşüncelerinizi iyiyye çevirmek için çaba sarfetmiyorsanız bu, ''bana kendimi kötü hissetmem için daha fazla sıkıntı ver, sıkıntıları bana getir'' anlamına gelecektir.

4.Evreni Sipariş Verebileceğiniz Bir Katalog Olarak Düşünün:

Birşeyi defalarca tekrar tekrar istemeniz gerekmiyor.Sadece bir kez isteyin.Tıpkı katalogdan birşey seçip sipariş eder gibi..Birşeyleri ısmarladıktan sonra siparişinizin alınıp alınmadığından şüphe duymayarak bunu defalarca tekrarlamazsınız.

5.İstediğinizi Elde Ettiğinize İnanın:

İstediğiniz herşeyin onu istediğiniz andan itibaren sizin olduğunundan emin olmalısınız.İnancınız tam ve eksiksiz olmalı. Bunun için önce inanıyormuş gibi yapmaya başlayın.
Örnek: Zayıflamak istiyorsanız o andaki kilonuza göre değil inmek istediğiniz kiloya uygun kıyafetler alın.


6.Hedefi Görmenize Gerek Yok, Siz Yaklaştıkça O Netleşir:

Gecenin karanlığında ilerleyen bir araba düşünün. Farları ancak birkaç yüz metre ileriyi göstermesine rağmen karanlığın içinde kilometrelerce yol alabilirsiniz. Çünkü ilerlemek için sadece önünüzdeki birkaç yüz metreyi görmeniz yeterlidir. İşte hayat da önümüzde böyle açılır. Eğer siz birbiriniz izleyen yüz metrelerin önünüzde sırayla açılacağına güvenirseniz hayat sizin için açılmayı sürdürecektir.

7.Olumlu Düşünmenin En Kolay Yolu Şükretmektir:

Sahip olduklarınıza karşı nankörlük ederseniz daha fazlasını yaşamınıza getirmeniz imkansızlaşır. Çünkü nankörlük ettiğinizde yaydığınız düşüncelerin tamamı olumsuzdur.

8.İsteyipde Elde Edemeyeceğiniz Şey Yoktur:

Placebo adı verilen ''sahte ilaçlar''ın insanlar üzerindeki iyileştirici etkisi çekim yasasının işleyişine mükemmel bir örnektir. Bir hasta ilacın tedavi edici olduğuna gerçekten inandığında inandığı şeyi elde eder ve iyileşir..


************************************************

KONTROL SENDE kitabımı satın alarak hayatınıza  katkıda bulunmak ister misiniz?

KENDİ KENDİNİZİN YAŞAM KOÇU OLUN


***********************************************
Images

Pazartesi Sendromu

Odaklanmak ya da odaklanmamak işte bütün mesele!

Odaklanmanın önemini bildiğini biliyoruz.
Bir bahçenin ortasındasın. Bir yanda güller, bir yanda papatyalar, bir yanda limon ağaçları ve bir yanda yabani otlar. Elinde bir hortum, ne tarafa dönersen o tarafı suluyorsun. Niye yabani otlara habire BAKASIN ve sulayasın?

Daha da büyüyorlarsa BU SENİN SAYENDE.
Unutma.. Bir pozitif düşünce, milyonlarca negatif düşünceden daha güçlüdür.
Nasıl bir yarın istiyorsun? nasıl bir ülke istiyorsun? Nasıl bir dünya istiyorsun?

ODAKLAN...

- Ne istemediğine değil... NE İSTEDİĞİNE

- Nasıl olmadığına değil... NASIL OLMASINI İSTEDİĞİNE

Soruna odaklandığın sürece Halis, çözümün bir parçası olamazsın çünkü ÇÖZÜM SORUNUN İÇİNDE DEĞİL.

Hadi odaklan... Harika bir hafta bizi bekliyor.;)))))


Aykut Oğut
Images

Kendi Merkezini Tanı

Kendi merkezini tanıyor musun? 
   Eğer tanımıyorsan, o zaman sürekli korkacaksın. O yüzden sahte benlik sürekli korkar. Sürekli titrer. Her zaman başkalarından destek alma ihtiyacı hissedersin. Seni takdir edecek, seni alkışlayacak; ne kadar güzel ya da ne kadar zeki olduğunu söyleyecek birileri. 
   Sürekli bu tip şeyleri sana hipnotik telkin gibi söyleyen insanlara ihtiyacın var. Böylece zeki, güzel ve güçlü olduğuna inanabilirsin. Ama bir noktaya dikkat et. Her zaman başkalarına bağımlısın. Ne zaman benliğini sergilersen, aslında sadece benliğinin bilincinde olmadığını gösteriyorsun. 
    Kim olduğunu bilmiyorsun. Eğer bilseydin, o zaman herhangi bir sorun olmazdı. O zaman görüş aramazdın. Başkalarının hakkınızda söyledikleri seni endişelendirmezdi. Çünkü ilgisi yok. Sonuçta kimse senin hakkında bir şey söylemez. İnsanlar senin hakkında bir şey söylediği zaman, aslında kendilerini anlatıyor.Kimse senin hakkında bir şey söyleyemez. 
    İnsanlar ne derse desin kendileri hakkında konuşur. Ancak sen hemen korkarsın, çünkü hâlâ o sahte merkezinize yapışıyorsun. O sahte merkez başkalarına bağımlıdır ve o yüzden de sen sürekli başkalarının hakkında neler söylediğine bakarsın. Sürekli başka insanların izinden gidersin, sürekli onları tatmin etmeye çalışırsın. Sürekli saygın bir insan olmaya çalışırsın ve sürekli egonu süslemeye çalışırsın. Bu intihar etmek gibi bir şeydir.
OSHO
***
Images

Her şey Sende Gizli

Beni dinle.
Ağladığını duyuyorum.

Sesin karanlığı geçip, bulutlardan süzülüp, yıldızların ışığında parlayıp, güneşin ışığında kalbimin yolunu buluyor.
Kapana kısılmış bir tavşanın çığlığı, annesinin yuvasından düşmüş bir serçe, bir gölde umutsuzca çırpınan çocuk bana acı verir.

Seni duyduğumu bil. Huzurlu ol. Sakin ol.

Acının sebebini ve ilacını biliyorum ve sana kurtuluşunu getiriyorum.

Yıllar içinde dağılan çocukluk hayallerine ağlıyorsun.
Başarısızlıkla yıkılan özgüvenine ağlıyorsun.
Harcanan yeteneklerine ağlıyorsun.
Acıyla kendine bakıyorsun ve havuzda gördüğün aksine dehşetle sırtını dönüyorsun. Utancın kansız gözleriyle sana bakan bu insanlığın yüz karası da kim ?

Tavrının asaleti, bedeninin güzelliği, zihninin açıklığı, dilinin zekası ?
Kim çaldı onları ? Hırsızın kim olduğunu biliyor musun, benim gibi ?

Babanın tarlasında başını çimenden yastığına koyduğunda ve bulutlar katedraline baktığında, Babil ‘in tüm altınlarının bir gün senin olacağını düşünmüştün.

Kitaplardan okudukça, tabletlere yazdıkça, Süleyman ‘ın tüm bilgeliğinin sana geçeceğine inanmıştın.

Ve mevsimler yıllara dönüşürken, kendi Cennet Bahçe ‘nde yüce hükümranlığını sürdürecektin.
O planları, hayalleri, umut tohumlarını içine kimin ektiğini hatırlıyor musun ?
Hatırlayamazsın.

Annenin rahminden çıktığın ve benim elimi yumuşak alnına dayadığım o anı hatırlayamazsın. En iyi dileklerimin senin olması için kulağına fısıldadığım sırrı hatırlayamazsın.

Sırrımızı hatırlıyor musun ?
Hatırlayamazsın.

Geçen yıllar, anılarını yok etti, zihnini korku, şüphe, endişe, nefretle doldurdu. O canavarların barındığı yerde artık neşeli anılara yer yok.

Ağlama artık. Ben seninleyim… ve bu an yaşamının dönüm noktası. Her şey, tıpkı annenin rahminde geçirdiğin zaman gibi geçip gitti. Geçmiş öldü. Bugün sen, yaşayan ölü olmaktan kurtuluyorsun.

Bugün ağzımı ağzına koyuyorum, gözlerimi gözlerine, ellerimi ellerine ; ve etin sıcak yine.

Bugün sana gelmeni emrediyorum. Mahşerin mezarından çıkıp yeni bir hayata başlayacaksın.

Bugün senin doğum günün. Bu senin yeni doğum günün. İlk yaşamın. Tıpkı bir tiyatro oyunu gibi, öncekiler yalnızca provaydı. Bu kez perde kalktı. Bu kez dünya izliyor ve alkışlamak için bekliyor. Bu kez kaybetmeyeceksin.

Mumlarını yak. Pastanı kes. Yeniden doğdun. Kozasından çıkan bir kelebek gibi uçacaksın…dilediğin kadar yüksekten uç. Başında benim elimi hisset.

Benim bilgeliğime katıl.
Doğarken duyup, unuttuğun sırrı, seninle yine paylaşmama izin ver.

SEN BENİM EN BÜYÜK MUCİZEMSİN.

Bunlar duyduğun ilk sözcüklerdi. Sonra ağladın. Herkes ağladı. O zaman bana inanmadın…ve bu inançsızlığını giderecek hiçbir şey olmadı, bunca yıldır. En aşağılık işleri bile beceremediğini düşünürken nasıl bir mucize olabilirsin ? En önemsiz sorumluluklarla yüklenmişken ve kendine güvenini kaybetmişken nasıl bir mucize olabilirsin ? Borç içine batmışken ve yarınki ekmeğini nasıl kazanacağını düşünerek uyuyamazken, nasıl bir mucize olabilirsin ?

Yeter. Olan oldu artık. Oysa kaç peygamber, kaç bilge, kaç şair, kaç ressam, kaç besteci, kaç bilim adamı, kaç filozof ve mesih gönderdim, hepsi de ilahiliğinden, tanrısal potansiyelinden ve başarının sırlarından bahsediyorlardı. Onlara nasıl davrandın ?

Hala seni seviyorum ve şu anda bu kelimelerle seninleyim. Tanrı ‘nın insanların yaralarını iyileştirmek için elini ikinci kez onların üzerine koyacağını söyleyen peygamberi doğrulamak için.

Elim yine üzerinde.

Bu ikinci kez.
Sen benim kalıntımsın.
Bunu söylemeye gerek yok, bilmiyor muydun, duymamış mıydın, en başında sana söylenmemiş miydi ; dünyanın yaradılışından anlamamış mıydın ?
Bilmiyordun, duymamıştın, anlamamıştın.

Sana özel bir eser olduğun söylenmişti ; sebepleri asil, şekil ve hareketleri etkili, hayranlık verici ve meleksi, Tanrı gibi anlayışlı.

Sana toprağın tuzu olduğun söylenmişti. Sana dağları bile oynatmanın sırrı verilmişti, imkansızı başarmanın. Sen kimseye inanmadın. Mutluluk haritanı yaktın, zihninin huzurundan vazgeçtin, zafere giden kaderinin yolundaki mumları söndürdün, sonra tökezledin, kayıp ve korkmuş bir halde, kendine acımanın karanlığında, kendi yarattığın cehenneme düşene dek..

Ağladın sonra. Seni düşüren talihine küfür edip, göğsüne vurdun. Kendi miskin düşüncelerinin sonuçlarını kabul etmedin, tembelliğinin ve başarısızlığının sorumluluğunu yükleyecek bir günah keçisi aradın. Hemen de buldun.
Beni suçladın.
Engellerinin ,başarısızlığının, fırsat bulamamanın Tanrı ‘nın isteği olduğunu haykırdın.
Yanılıyordun !
Elimizdekilere bir bakalım. İlk önce engellerine bakalım. Araçların olmazsa, yeni bir yaşam kurmanı nasıl isterim ?

Kör müsün ? Güneşin doğup battığına şahitlik etmiyor musun ? Hayır görüyorsun… ve gözlerine yerleştirdiğim yüz milyonlarca alıcı, yaprağın büyüsünden, bir kar tanesinden, bir gölden, bir kartaldan, bir çocuktan, bir buluttan, bir yıldızdan, bir gülden, bir gökkuşağından ve aşk dolu bir bakıştan zevk almanı sağlıyor. Hayır duası et.

Sağır mısın ? Bir bebek sen duymadan gülüp ağlayabilir mi ?
Hayır. Duyuyorsun…kulaklarına yerleştirdiğim yirmi dört bin tel, ağaçlardaki rüzgarla titreşiyor ; kayalıklardaki gelgitle, operanın haşmetiyle, bülbülün çığlığıyla, oyun oynayan çocukların cıvıltısıyla ve “seni seviyorum” sözcükleriyle. Yine şükret.

Dilsiz misin ? Dudakların ileri geri oynayıp yalnızca tükürük mü üretiyor ? Hayır. Konuşabiliyorsun…diğer hiçbir yaratığımın yapamadığı bir şey bu. Sözcüklerin sinirliyi sakinleştiriyor, umutsuza umut veriyor, vazgeçeni heveslendiriyor, yenilmişe destek veriyor, cahile öğretiyor…ve “seni seviyorum” diyor. Tekrar şükret.

Sakat mısın ? Muhtaç vücudun yer mi işgal ediyor ?
Hayır. Hareket edebiliyorsun. Sen ufak bir alana hapsolmuş rüzgar ve dünya tarafından rahatsız edilen bir ağaç değilsin. Gerinebilirsin, koşup dans edip, çalışabilirsin, sana beş yüz kas, iki yüz kemik ve yedi mil sinir teli verdim, hepsini ben ayarladım senin için. Yine şükret.

Sevilmiyor ve sevmiyor musun ? Gece ve gündüz, yalnızlık mı sarmalıyor seni ? Hayır. Artık değil. Artık sırrını biliyorsun, sevgiyi alabilmek için onu karşılık beklemeden vermelisin. Kendini iyi hissetmek, tatmin olmak ya da gurur için sevmek, sevmek değildir. Sevgi karşılığı beklenmeyen bir ödüldür. Bencil olmadan sevmenin artık başlı başına bir ödül olduğunu biliyorsun. Sevgi karşılık bulmasa da kaybolmaz, verdiğin sevgi sana geri döner, kalbini temizler ve yumuşatır. Bir daha şükret. İki kere şükret !

Kalbin mi zayıf ? Kanıyor mu ya da yaşamını sürdüremiyor mu ? Hayır. Kalbin güçlü. Göğsüne dokun ve ritmi hisset. Kalbin saatlerce, günlerce, gecelerce atıyor. Her sene otuz altı milyon vuruş yapıyor. Altmış bin damardan yılda altı yüz galon kan pompalıyor. İnsanoğlu asla böyle bir makine icat edemedi. Tekrar şükret.

Bir cilt hastalığın mı var ? Sen yaklaşınca insanlar korkuyla kaçıyorlar mı ? Hayır. Cildin temiz ve bir harika, onu yalnızca sabunlaman ve ona bakman gerekiyor. Zaman içinde tüm çelikler yıpranır, paslanır ama cildine bir şey olmaz. En güçlü metaller bile kullanıldıkça yıpranır, ama seni sardığım o tabaka yıpranmaz. Sürekli kendini yeniler, eski hücreler yerini yenilere bırakır. Tekrar şükret.

Ciğerlerin mi kirli ? Yaşamın nefesi vücuduna girerken zorlanıyor mu ? Hayır. Yaşama açılan lombarların kendi yarattığın en pis ortamlarda bile sana destek oluyor ve sana yaşam veren oksijeni getirip vücudunu artık gazlardan arındırıyorlar. Bir daha şükret.

Kanın zehirli mi ? Su ve cerahatle mi dolu ?
Hayır. Kanının içinde yirmi iki trilyon kan hücresi, her hücrede milyonlarca molekül ve her molekülün içinde, her saniyede on milyon defadan fazla titreşen bir atom var. Her saniye iki milyon kan hücren ölüyor, yerine iki milyon yeni hücre geliyor ve bu doğduğun günden beri oluyor. Her zaman içinde olan, şimdi dışında da oluyor. Bir kez daha şükret.

Aklını kullanamıyor musun ? Artık kendi kendine düşünemiyor musun ? Hayır. Beynin evrendeki en karmaşık yapı. Biliyorum. İçinde on üç milyar sinir hücresi var, dünyadaki insan sayısından çok daha fazla. Her gördüğünü, her sesi, her tadı, her kokuyu, her hareketini doğduğundan beri dosyalıyor.

Hücrelerinin içine, bin milyar protein molekülü yerleştirdim. Yaşamındaki her olay yalnızca hatırlanmayı bekliyor orada. Ve beynine vücudunun kontrolünde yardımcı olsunlar diye, vücuduna dört milyon acı hissini sağlayan yapı, beş yüz bin dokunma detektörü ve iki yüz binden fazla ısı detektörü koydum. Hiçbir devletin altını senden daha iyi korunmuyor. Hiçbir antik harika senden daha yüce değil.

Sen benim en iyi eserimsin.
İçinde, dünyanın en büyük şehirlerini yok edebilecek ve yeniden kurabilecek güçte atom enerjisi var.
Fakir misin ? Cüzdanında hiç altın ya da gümüş yok mu ? Hayır. Sen zenginsin. Şimdi servetini birlikte daha iyi hesapladık. Listedekileri tekrar say ve iyice öğren.

Neden kendine ihanet ettin ? Neden tüm hayır dualarının elinden alındığını düşünüp de ağlıyorsun ? Neden güçsüz olduğuna ve hayatını değiştiremeyeceğine inanarak kendini aldatıyorsun ? Yeteneğin, duyuların, zekan, zevklerin, içgüdülerin, hislerin ve onurun yok mu? Umudun yok mu ? Neden gölgelerde sürünüyorsun, cehennemin rutubetine çağrılmayı bekleyen yenik bir dev gibi ?

Çok şeyin var. Hayır duaların bardağından taşıyor. Onları sana öyle bir cömertlik ve sıklıkla verdim ki lüks içinde şımarmış bir çocuk gibisin, onların farkında değilsin.
Cevap ver bana.
Kendine cevap ver.
Yaşlı, hasta, sakat, muhtaç ama zengin bir adam, senin hafife aldığın o kutsallığa sahip olabilmek için, kasasındaki tüm altını verirdi.

O halde, mutluluk ve başarının ilk sırrını öğren. Bu senin hazinen, bugünden başlayarak yeni ve daha iyi bir gelecek kurmana yarayacak araç gereç.

O yüzden şimdi sana diyorum ki şükretmen gerekenleri gör ve şimdiden benim en büyük eserim olduğunu bil. Bu yaşayan bir ölü olmaktan kurtulmanı ve dünyanın en büyük mucizesini gerçekleştirmeni sağlayacak ilk kural.

Yoksulluk içinde öğrendiğin derslere şükret. Çünkü az şeyi olan, fakir değildir ; yalnızca çok isteyen fakirdir. Gerçek güvenlik insanın sahip olduklarında değil, sahip olmadıklarındadır. Başarısızlığına sebep olan engellerin nerede ? Onlar yalnızca senin zihnindeler. Şükretmen gerekenleri gör.

İkinci kural da birinciye benziyor. Nadideliğini ilan et !
Kendini ufak tefek şeylerle uğraşmaya mahkum ettin ve orada başarısızlığını affedemeyerek, kendi nefretinle kendini yok ederek, kendini cezalandırarak, kendine karşı ve başkalarına karşı işlediğin suçlardan iğrenerek öylece yatıyorsun.
Şaşkın değil misin ?
Sen kendini affedemezken, benim seni nasıl olup da affettiğimi, günahlarını ve acınacak halini nasıl bağışladığımı anlayamıyorsun. Şimdi sana üç neden sayıyorum. Bana ihtiyacın var. Sen sıradanlığın gri yığını içinde, yok oluşa doğru giden bir hayvan sürüsü değilsin. Ve sen bir nadidesin !

Rembrandt ‘ın bir resmini, Degas ‘ın bronz bir heykelini, Stradivarius ‘un bir kemanını ya da Shakespeare ‘in bir oyununu düşün. Bu kadar değerli olmalarının iki nedeni var. Onların yaratıcıları ustalardır ve sayıları azdır. Ayrıca onların bir eşine rastlamak mümkündür.

Bu yüzden sen dünya üzerindeki en değerli hazinesin, çünkü seni kimin yarattığını biliyorsun ve sen yalnızca bir tanesin. Dünya kurulduğundan beri, senin tıpatıp aynın bir kişi daha olmamıştır. Dünyanın sonu gelene kadar da asla, senden bir tane daha olmayacaktır.

Özelliğinin ve tekliğinin hiçbir zaman farkına varmadın. Yine de dünyadaki en nadide varlıksın.
Yüce aşk anında babandan sayısız aşk tohumu aktı, dört yüz milyondan fazla. Hepsi, annenin içinde yüzerken öldü. Bir tanesi hariç ! Sen.

Annenin sevgi dolu sıcaklığında yaşadın, diğer yarını, annenden tek bir hücre, iki milyon tanesi ancak bir meşe palamudunu dolduracak kadar ufak bir hücre arayarak.

Yine de sen tüm imkansızlıklara rağmen o karanlık ve felaket okyanusunda yaşadın, o ölümsüz hücreyi buldun, onunla birleştin ve yeni bir yaşama başladın. Senin yaşamına.

Sen geldin, her çocuk gibi, henüz insandan umudumu kesmediğim mesajını getirdin. İki hücre bir mucizede birleşti. İkisinde de yirmi üç kromozom ve her kromozomda yüzlerce gen olan, her biri gözlerinin renginden, davranışlarına, beyninin ölçüsüne kadar senin özelliklerini taşıyan iki hücre.

Tek buyruğumla, babanın dört yüz milyon sperminden biriyle, annenin ve babanın kromozomlarındaki yüzlerce genden birini birleştirip, her biri diğerinden farklı, üç yüz bin milyar insan yaratabilirdim.
Ama kimi yarattım ?
Seni ! Tek bir tür. En nadide. Paha biçilmez bir hazine. Zihni, konuşması, görünüşü, hareketleri, davranışları yaşamış, yaşayan ve yaşayacak hiç kimseye benzemeyen.
Bir kralın hazinesine bedelken, kendini niye kuruşla ölçüyorsun ?
Seni aşağılayanları neden dinledin ? Daha da kötüsü onlara neden inandın.

Artık nadideliğini karanlıkta saklama. Onu göster. Dünyaya göster.
Kardeşinin yürüdüğü gibi yürümeye, liderinin konuştuğu gibi konuşmaya, vasatların çalıştığı gibi çalışmaya çalışma. Bir başkasının yaptığını yapma.
Asla taklit etme. Şeytanı taklit eden örneği aşar, iyiyi taklit eden yetersiz kalır. Kimseyi taklit etme. Kendin ol. Nadideliğini dünyaya göster ve onlar seni altınla yıkasınlar. İşte bu da ikinci kuraldır.

Hiçbir engelin yok. Sen sıradan değilsin. Kendini aldattığını kabul et.

Sıradaki şikayetin ne ? Hiç mi fırsat çıkmıyor önüne ?
Öğüdümü dinle. Hepsi geçecek, çünkü sana her türlü işte, başarının kuralını veriyorum. Yüzyıllarca önce bu kural atalarına bir dağın tepesinde verilmişti. Bazıları kurala uydu ve yaşamları mutluluğun meyveleriyle, başarıyla, altınla ve huzurla doldu. Çoğu dinlemedi, büyülü yollara başvurdular, garip yollara girdiler, ya da yaşamın zenginliklerine kavuşmak için şans denen şeytanı beklediler. Ümitsizce beklediler… tıpkı senin gibi, sonra ağladılar, senin ağladığın gibi, şanssızlıklarını bana bağlayarak.

Kural basit. Genç ya da yaşlı, dilenci ya da kral, siyah ya da beyaz, erkek ya da dişi… hepsi sırrı kendi yararlarına kullanabilirler. Başarının tüm o kuralları, sözleri, yazıları içinde yalnızca bir metot hiç başarısız olmamıştır… Onunla bir mil gitmek için çaba gösteren, iki mil gider.

Bu, üçüncü kural… bu zenginlikler yaratan ve rüyalarından bile daha öteye giden bir sır. Bir mil daha git !

Başarının tek yolu, senden beklenenden daha iyisini yapmaktır, işin ne olursa olsun. Bu, dünya kurulduğundan beri her başarılı insanın yaptığı şeydir. Kendini sıradanlaşmaya mahkum etmenin yolu, yalnızca karşılığını aldığın kadarını yapmaktır.

Eğer aldığın gümüşten fazlasını vermişsen, aldatıldığını düşünme. Verdiğin güzelliklerin bir terazisi vardır ; eğer bugün karşılığını almazsan, yarın mutlaka on katını alırsın. Sıradanlık bir mil bile gitmez, neden kendimi aldatayım diye düşünür. Ama sen sıradan değilsin. Bir mil daha ilerlemek kendi rızanla elde edeceğin bir ayrıcalıktır. Yapamazsın, onu engellememelisin. Eğer bırakırsan, diğerleri kadarıyla yetinirsen, başarısızlığının tek suçlusu sen olursun. Sebep ve sonuç, araç ve hedef, tohum ve meyve, bunlar ayrılamaz. Sonuç sebepten doğar ; hedef, araçların içinde vardır ve meyve her zaman tohumundadır.

Bir mil daha git.
Takdir bilmeyen biri için çalıştığını düşünüp kendine dert etme. Ona daha fazla hizmet et.
Ve onun yerine bırak alacaklı olduğun ben olayım. O zaman bileceksin ki her dakika her verdiğin ekstra hizmet benim tarafımdan karşılığını bulacaktır. Ödülün zamanında gelmeyecek diye endişelenme. Ödeme ne kadar gecikirse, senin için o kadar daha iyi.

Başarıyı çağıramazsın, ancak onu hak edersin , ve artık onun az bulunan ödülünü almanın sırrını biliyorsun. Bir mil daha git.

Sen benim en büyük mucizemsin.
Sen dünyanın en büyük mucizesisin.
Başarı ve mutluluğun üç kuralı var.
Şükretmen gerekenleri gör ! Nadideliğini ilan et ! Bir mil daha git !

Sabırlı ol. Bunlar göz açıp kapayıncaya kadar olmaz. Zorluklarla kazandıkların elinde daha uzun süre kalır.
Yeni hayatına başlarken korkma. Her soylu başarı, risklerini de beraberinde taşır. Birini kazanmaktan korkan, daha fazlasını hiç kazanamaz. Artık bir mucize olduğunu biliyorsun, ve mucizede korku olmaz.

Gururlan. Sen dikkatsiz bir yaratıcının bir laboratuardaki deneyinin ürünü değilsin. Anlayamadığın güçlerin esiri değilsin. Sen yalnızca benim gücümün özgür bir dışa vurumunun, yalnızca benim sevgimin ürünüsün. Sen bir amaçla yapıldın. Elimi hisset. Sözlerimi duy.

Bana ihtiyacın var… ve benim de sana.
Yeniden inşa edeceğimiz bir dünyamız var. Bunun için bir mucize gerekiyorsa bundan bize ne? Her ikimiz de mucizeyiz ve şimdi birbirimize sahibiz.

Seni dev bir dalgadan alıp, çaresizce kumlara çarptığım günden beri sana olan inancımı hiç kaybetmedim. Zamanı ölçmeye kalkarsan, bu beş yüz milyon yıl önceydi. Otuz bin yıl önce kusursuzluğa ulaşana dek, bir çok model, şekil, ölçü denedim. Bunca yıldır seni düzeltmek için hiç çaba sarf etmedim.
Bir mucize nasıl düzeltilebilir ki? Sen bir mücevherdin ve ben de memnun olmuştum. Sana bu dünyayı ve hakimiyetini verdim. Sonra tam potansiyeline ulaşman için, bir kez daha sana elimi verdim, evrendeki hiçbir yaratığa bahşedilmeyen güçler verdim.

Sana düşünme gücü verdim.
Sana sevme gücü verdim.
Sana seçme gücü verdim.
Sana gülme gücü verdim.
Sana hayal etme gücü verdim.
Sana yaratma gücü verdim.
Sana plan yapma gücü verdim.
Sana konuşma gücü verdim.
Sana dua etme gücü verdim.
Seninle sınırsız bir gurur duyuyorum. Sen benim son eserimsin, benim en büyük mucizemsin. Tam bir yaşayan varlık. Her iklime, her güçlüğe, her zorlamaya uyum sağlayabilen. Benden yardım beklemeden kendi kaderiyle başa çıkabilen. Kendisi ve insanlık için en iyiyi, içgüdüleriyle değil düşünceyle gösterebilen.

Böylece, başarı ve mutluluğun dördüncü kuralına geldik ; hiçbir meleğime vermediğim bir güç bu.

Sana seçme gücü verdim.
Bu armağanla seni meleklerimden de üst seviyeye koydum ; çünkü meleklerin günahı seçme hakları yoktur. Sana kaderinin tüm kontrolünü verdim. Kendi özgür iradenle kendi yaradılışının doğasını belirlemene izin verdim. Ne cennete ne de dünyaya ait olmak zorundasın, kendini istediğin şekle sokmakta özgürsün. En düşük yaşam biçimini benimsemekte özgürsün, ya da ruhunun değerlendirmesiyle, en yüce formda yeniden doğabilirsin ki onlar ilahidir.

Senin yüce gücünü, seçme gücünü elinden almadım hiç. Bu inanılmaz güçle ne yaptın ? Kendine bak. Yaşamında yaptığın seçimleri düşün ve hatırla, şimdi o acı anları yaşamamak için bir şansın daha olsaydı, dizlerinin üzerine çökerdin.
Geçmiş geçmiştir. Şimdi dördüncü büyük kuralı biliyorsun, mutluluk ve başarının dördüncü kuralını. Seçme gücünü akıllıca kullan.

Sevmeyi seç…nefreti değil.
Gülmeyi seç…ağlamayı değil.
Yaratmayı seç…yok etmeyi değil.
Azmi seç…vazgeçmeyi değil.
Yüceltmeyi seç…dedikoduyu değil.
İyileştirmeyi seç…yaralamayı değil.
Vermeyi seç…ertelemeyi değil.
Büyümeyi seç…bozulmayı değil.
Dua etmeyi seç…küfretmeyi değil.
Yaşamayı seç…ölmeyi değil.
Artık şanssızlıklarının benim isteğime bağlı olmadığını biliyorsun, tüm güç senin içindeydi ve seni insanlıktan çıkaran davranışların ve düşüncelerin senin yaptıklarının sonucuydu, benim yaptıklarımın değil. Senin küçük doğan için benim güç armağanlarım çok fazlaydı. Artık büyüdün, akıllandın ve toprağın meyveleri senin olacak.

Sen harikalıklarla dolusun. Potansiyelinin sınırı yok. Yarattıklarımın içinde senden başka kim ateşi buldu ? Kim yerçekimi kanununu keşfetti, gökyüzünü delip geçti, hastalıklara şifa buldu?

Bir daha asla kendini aşağılama.
Hiçbir zaman yaşamın kırıntılarıyla yetinme.
Bugünden itibaren asla yeteneklerini gizleme.
Bugünden zevk al…ve yarından, yarınlardan.
Sen dünyanın en büyük mucizesini gerçekleştirdin.
Sen yaşayan bir ölü olmaktan kurtuldun.
Artık asla kendine acımayacaksın ve her yeni gün senin için başarı ve neşe olacak.
Sen yeniden doğdun…Daha önce olduğu gibi, başarısızlık ve mutsuzluğu ya da başarı ve mutluluğu seçebilirsin. Seçim senin. Seçim tamamen senin.
Ben ancak, önceki gibi, izleyebilirim…gururla…ya da acıyla.
O halde, mutluluk ve başarının dört kuralını anımsa.
Şükretmen gerekenleri gör.
Nadideliğini ilan et.
Bir mil daha git.
Seçme gücünü akıllıca kullan.
Diğer dördünü gerçekleştirebilmek için, bir şey daha yap. Her şeyi sevgiyle yap…kendini severek, başkalarını severek ve beni severek.
Gözyaşlarını sil. Uzanıp elimi tut ve dik dur.
Bugün sana şu bildirildi ;

Sen Dünyanın En Büyük Mucizesisin..!
Images

Eleştirildiğinizde otomatik olarak öfkeleniyor musunuz?

   “Eleştirinin tadına doyum olmaz” demiştik. Biraz şakaydı, biraz ciddi. Eleştiren kişi, bir davranışın değiştirilmesine odaklanmalı; tanımını yapıp, olumsuz etkilerini belirterek yeni ve olumlu davranışı bildirmeliydi.

    Bir kişiyi doğru dürüst, eli yüzü düzgün bir şekilde eleştirmek ne kadar zorsa, eleştiriyi doğru bir biçimde almak en az o kadar zor. İşin içine öyle çok düşünce, duygu ve zihinsel fırtına giriyor ki, eleştirilen kişi çocukluktaki tepkilerine kolayca geri dönüyor.
Örneğin, bir iş arkadaşınız size çok konuştuğunuzu, yüksek sesinizden rahatsız olduğunu ve veriminin düştüğünü söylüyor. (Büyük olasılıkla sizin gönlünüzü almak için takdir sandviçi kullanmayı da bilmiyordur.) Bu sevimsiz eleştiriye sizden gelebilecek olası otomatik tepkiler şunlar olabilir:

• “Ne yani benim yüzümden mi zam alamadın?”
• “Hiçbir ses çıkarmaya hakkım yok, değil mi? Hepiniz sözleştiniz, bana yükleniyorsunuz”
• “Sen kendi çıkardığın seslere bak, kalemini masaya vurup duruyorsun, benim de kafam şişiyor!”
• “Sen kendini ne zannediyorsun? Ben susarsam seni şef mi yapacaklar?”
• “Bunu söylemeyecektin. Çok kırıldım, artık hiç konuşmayacağım. Hele seninle hiç!”
• “Alttan aldık, kafamıza çıktın, istediğim gibi konuşurum, sana ne? Haydi git sıkıysa genel müdüre şikayet et.”
• “Bir daha senin işini yaparsam buradan cesedim çıksın!”
Bu böyle uzayıp gider. Toplumumuzda çok az kişi, otomatik olarak
• “Ay, çok pardon. Bazen kendimi kaptırıyorum, haklısın. Bir daha yaparsam beni uyar lütfen, bu alışkanlığımı bozmam lazım. Uyarın için teşekkür ederim” der.

    Aslında sorun, otomatik tepkilerdedir. Belki bu son cevap da doğru değildir, iş arkadaşlarınızın verimini düşürecek kadar konuşup konuşmadığınızı dürüstçe tartmanız gerekir.
Otomatik savunma mekanizmaları ya da saldırı stratejileri kullanmadan önce, eleştiyi zihin kapılarımızdan içeriye buyur edelim, bir bakalım bu arkadaşımız ne diyor? Eleştiren kişi kim olursa olsun, sözleri hoşumuza gitse de gitmese de, eleştiri bir geribildirimdir, muhakkak dinlenmesi gerekir. Eleştiriyi sakince, önyargısızca dinleyebilmek, içimizdeki çocuksu tepkileri susturmak, ciddi düzeyde farkındalık geliştirmeyi gerektirir. Bebekliğimizde verdiğimiz kararların en ciddilerinden biri, anababalarımızın gözünde “değerli” olup olmadığımızdır, biliyorsunuz. Erken yaştayken, anababamızın, kendi anababalarından miras aldıkları davranışlarını olgunca ve bilgece değerlendiremeyiz. Neden-sonuç ilişkilerini iyi analiz ederek kuramayız ve “Beni seviyorlar” ya da “Beni sevmiyorlar” kararından yola çıkarız , kendimizi değerli ya da değersiz hissederiz.
Aynı zamanda, her eleştiri, değerlendirilmeyi hak eder. Geribildirim almak, aynaya bakmak gibi bir şeydir; yaşamın pek çok anında yüzümüzün aldığı ifadeyi görmeyiz, ayna bize birşeyler söyler, nasıl algılandığımız konusunda ipuçları verir. Eleştiri aldığımızda birisi kendimize bakmamızı, kendimizi incelememizi sağlar.
Demek ki neymiş? Eleştiriyi hemen buyur edelim, ama hemen kabul etmeyelim. Değerlendirme sürecini uzun, sakin bir süreç haline getirmek en iyisi. Elimizi vicdanımıza koyalım ve değerlendirelim:

• Tepkilerimiz otomatik mi?
• Hangi duygularla ve hangi düşüncelerle bu tepkiyi verdik?
• Eleştirilen davranışın ne olduğunu tam olarak anladık mı?
• Eleştirildiğimiz konuya mı odaklanıyoruz, yoksa eleştirinin tarzına mı? Tamam, tarz sert olabilir, alaycı olabilir. Sorun etmeyelim. Herkes nasıl eleştiri sunulur, bilmiyor ki.
• Eleştiren kişinin niyeti olumlu mu? Yoksa size zarar vermek için uğraşıyor mu? Mobbing mi uyguluyor, yoksa samimi mi?
• Eleştiriyi tam olarak anladık mı? Anlamadığımız bir nokta varsa, bunu açıklamasını istedik mi? Birden fazla konu var mı?
• Eleştirilen davranışımızı değiştirmeyi göze alacak kadar açık ve özgür müyüz?
• Davranışlarımızı önerilen yönde düzeltmenin doğru bir adım olduğunu mantık ile kabul etsek de, içimizden hangi duygusal dirençler geçiyor? Bizi durduran inaçlarımız var mı?
• Ortam ve zamanlama eleştiri almaya uygun mu? Bir başkasının yanında alınan eleştiri berbat birşeydir. Gürültü, hava koşulları vb iletişimi olumsuz etkiler:Mesela erkekler takımları maç kaybetmiş ise, kadınlar adet görme öncesinde iseler, iletişimde öfke, kırgınlık ve benzeri duygular yaşarlar.
• Evet! Esas konuya gelelim: Bu haklı bir eleştiri mi? Gerçek payı var mı?
  
    El vicdanda, düşündük diyelim. Şimdi, arkadaşınıza geri dönerken, sadece üç olasılık var:

1. “Evet, söylediklerini iyice düşündüm. Eleştirdiğin konuda tamamen haklısın. Hatalıyım, düzeltmem gerekiyor”
2. “Evet, düşündüm ve tarafsızca değerlendirmeye çalıştım. Kararımı verdim: Eleştirinin şu bölümü haklı, diğer bölümü haksız. Hatalı olduğum bölümü düzeltebilirim, geri kalan davranışlarım iyi, onları değiştirmeme gerek yok”
3. “Bu eleştiriyi iyice düşündüm, amaçlarım çerçevesinde değerlendirdim. Eleştirilerine hiç katılmıyorum. Eleştirdiğin davranışlarımın nedenlerini açıklayabilirim ve tamamını reddedebilirim.”
İşte bu kadar kolay! Bunlardan birini seçtiğinizde eleştiriyi değerlendirmiş, gerekeni yapmış olursunuz. Peki, bizi uyaran, kendimize bakmamızı sağlayan kişiye bu “geribildirim” için teşekkür ettik mi?
Eminim bu sayfayı okuduktan sonra alışkanlıklarınız devam edecek. Kendinize zaman tanıyın. Eleştiri duyduğunuzda hemen alışkanlıkla eski tepkilerinizi tekrarlamamaya çalışın. Yeni tepkiler geliştirinceye kadar, elinizden geldiğince eleştiriye açık olun.
Hem söylenenleri bir kez daha dinleyin: Belki de bu, doğrudan size yöneltilmiş bir eleştiri bile olmayabilir! Arkadaşlarınız, aileniz, anne babanız bazen sadece yakınmak isterler, değil mi?

Gülcan Arpacıoğlu