Images

İnadı bırakın!


“İnat aynı hatalı yöntem de ısrar etmektir. Kararlılık, amaca ulaşmak için farklı yöntemleri denemektir.  Bir şeyin türlü denemelere rağmen olmadığını görünce vazgeçmek erdemdir.”


Kararlılık ile inatçılık çoğu zaman birbirine karıştırılan iki kavramdır. İnatçılığın olumsuz bir anlamı da olsa, her şeye rağmen içindeki kararlılık unsuru dolayısıyla hoşuma giden bir yanı vardır. Ancak ne kadar hoşuma gitse de, inatçılığın içinde akılcılığın bulunmaması, bu tutuma beslediğim hoşgörünün çabuk bitmesine yol açar. Öncelikle inatçılığı bir tanımlamaya çalışayım. İnatçılık amaca ve yönteme aşırı bağlılığın sonuca yarar sağlamadığı halde gösterilen ısrardır. Bu konuda halk arasında verilen en güzel örnek keçi inadı sözüdür. 
     Meşhur öyküdür; iki keçi ağaçtan bir köprüde karşılaşmışlar ve her ikisi de diğerine yol vermediği için köprünün orta yerinde kilitlenmişlerdir. Bu tür bir inat, her iki keçinin de hiçbir zaman esas amaçlarına –köprünün diğer ucuna geçme amaçlarına- ulaşmalarına engeldir.  
   Çocuklar kendilerini sıklıkla çıkmaza sokacak şekilde inatlaşırlar. Bunu giymeyeceğim, bunu yemeyeceğim gibi aslında inat etmenin belirli bir işlevi gerçekleştirmeyeceği konularda ısrarlı olabilirler. Özellikle sadece erişilebilir tek bir kıyafet varsa, bunu giymeyeceğim demek anlamsızdır. Aynı şekilde inatçı biriyle başa çıkmanın yolu da basittir; ona yol vermek. Eğer tek şeritli bir köprüde ben bir keçiyle karşılaşırsam, geriye gitme pahasına hemen yol veririm. Çünkü aksi takdirde çok zaman kaybedeceğimi ve bu inadın bir işe yaramayacağını bilirim. Buradan anlaşılacağı üzere karşılıklı inatlaşma bir tür tuzaktır.
      Kararlılık inatçılıkla ne kadar karıştırılsa da, oldukça farklıdır. Kararlılık, amaca ulaşmak için önümüze çıkan engellere rağmen farklı yöntemler kullanma konusunda ısrarlı olmaktır. Diyelim ki biz bir satıcıyız; bir fabrikaya bir makine satmaya karar verdik. Teklifi yazılı olarak gönderdik; ama bize bu makineyle ilgilenmediklerini bildiren bir mektup gönderdiler. Şimdi bu yazıyı okuduk, anladık ki bu fabrikadan iş çıkmayacak. İşte kararlılık burada devreye giriyor. Eğer biz yazıya rağmen fabrikadaki satın alma müdüründen randevu alarak bir kez de derdimizi sözlü anlatıyorsak, bu bizim kararlı olduğumuzu gösterir. Eğer bu görüşmede sonuç vermezse fabrikanın üretim müdürüyle iletişime geçmek ve onu bizim makinelerimizin kullanıldığı bir fabrikaya götürmek yine kararlılıktır. Bu da işe yaramazsa bizim fabrikanın genel müdürünü, diğer fabrikanın genel müdürüyle görüştürmek yine kararlılıktır. Dikkat ederseniz verdiğim örnekte amaç aynı ama yöntem farklıdır. Bazen de kararlılık aynı yöntemi farklı zamanda uygulamak anlamına gelir. Aynı yazılı teklifi her üç ayda bir tekrar yaparsınız, hiç beklenmedik şekilde 24 ay sonra malı satarsınız. Değişen nedir? Koşullar değişmiştir; belki satın alma müdürü değişmiştir; belki mevcut kullanılan makinelerden şikayet etmeye başlamışlardır.
     Kararlılık her zaman da çok da yararlı değildir; bazen pes etmeyi de bilmek gerekir. Örneğin, iki yıl boyunca iş bulamayan çok sevdiğim değerli ve yeterli bir arkadaşıma, bu iş arama sürecine son vermek için kendisine bir tarih koymasını tavsiye etmiştim. İşsiz kaldığı ilk andan itibaren 30 ay içinde iş bulamayacak olursa kendi işini kurmak için çaba harcamasını önerdim. Şimdi kendi gelirini kazandığı ve çok mutlu olduğu bir işi var. Genç bir işadamı dostum da belirli bir işi tutundurabilmek için çok uğraşmıştı. Yukarıda verdiğim örnekte olduğu gibi defalarca farklı yöntemleri denemişti. Kararlılığın sizden en çok alıp götürdüğü şeyler zaman, umut ve enerjidir. Onun için üç kaynağında sonuna gelmeden amacı değiştirmek gerekir. Ona da aynı öneride bulunmuştum. Kendine bir tarih koy ve bu tarihe kadar hiçbir netice alamazsan bu uğraştan çık.
Kararlılık gösterilmesi gereken süre bazen üç yıldır; bazen de on üç yıldır. Bu sürenin ne olması gerektiği amacın, projenin doğruluğuna, sizin için önemine ve koşullarınıza bağlıdır.
Images

Kendinizi Özgürleştirmeye Hazır mısınız?

EFT - Emotional Freedom Techniques


       Bedendeki enerji noktalarına dokunurken soruna odaklanıp bedenden duyguları boşaltma tekniğidir. 
      Gary Graig, milyonlarca kez indirilmiş EFT manüelinde şöyle der: “Tüm negatif duyguların nedeni bedenin enerji sistemindeki bozukluğa bağlıdır.
İnsan bedeninde akışkan enerji kanallarının olduğuna inanılır. Bunlar 5000 yıl önceki Çinliler tarafından tanımlanmış olan bedensel meridyenlerdir. Bu meridyenlerde enerji rahat bir şekilde akarken her yönden iyi hissederiz. Ama bu enerji kanalları şöyle ya da böyle bir nedenle tıkandığı ya da durgunlaştığı zaman olumsuz ya da negatif dediğimiz duygular ortaya çıkar. Bu duyguların ortaya çıkması ise bedendeki birçok fiziksel semptomun belirtisidir. Özellikle doğu tıbbında bu anlayış binlerce yıldır sürmektedir.
Images

Kuantum sıçrama nasıl yapılır?

Kuantum sıçraması yapmanın  21 adımlık bir uygulaması var ancak ilk 5 adım en önemli uygulamaları içermektedir.
  Kendinizi geliştirmeye hazırmısınız. Kuantum sıcraması yapmak istiyormusunuz. Öyleyse elinize kağıt ve kalem alın ve kendinize sorun: "Ben nasıl bir yaşam içerisinde olursam gerçekten kendimi mutlu hissederim"
   Çünkü insanın yaşamındaki en büyük hedefi mutlu olmaktır. Çekim yasasıda mutlu olmak üzerine kuruludur. Çünkü mutlu olduğunuzda istediğiniz her şey size çok rahat bir şekilde akmaya başlayacaktır. Eğer mutlu değilseniz istediğiniz hiç bir şey olmayacaktır.
    Hazırsanız kuantum sıcramasının ilk 5 adımı ile ilgili çalışmaya başlayalım.

  1.Adım: Gözünüzü kapatın ve deyin ki ben nasıl bir yaşam istiyorum. Burada tüm kural “olsun”
“Beni seven bana değer bir eşim, evim veya işim olsun.” Tabi burada sizin için önemli olan özelliklerle niyetinizi detaylandırabilirsiniz.
“Ferah aydınlık huzurlu bir evim olsun” gibi..
  Ne istediğinizi bilen bir zihin sizi istediğiniz yere götürür.
Bazen şöyle yapıyoruz. İşte çok güzel bir evim olsun dubleks vesaire.. ardından nereden bulacağım ki!
Ne oldu iptal ettiniz. Kendi kendinize olmayacağına karar verdiniz. Kafanıza olumsuz bir düşünce bile geldiğinde onu sevgiyle uzaklaştırın. “ben bunu istiyorum” diyin.
Images

Değişime Direnci Nasıl Aşarız


“Kalp hastalarına yaşama alışkanlıklarını değiştirmedikleri takdirde ölecekleri söylenmesine rağmen sadece yedi kalp hastasından biri davranışlarını değiştiriyor. Peki neden davranışlarını değiştirmiyorlar?”


İnsanlar ve kurumlar değişime değişik şekillerde direnç gösteriyorlar. Harvard Üniversitesi profesörleri Robert Kegan ve Lisa Lahey, “Immunity to Change-Değişime Bağışıklık” isimli kitaplarında değişime direncin kaynaklarını açıklarken nasıl aşılacağına ilişkin yöntemleri de paylaşıyorlar.
          

Kitabın yazarları, zihinsel gelişimin ilginç bir analizini yapıyorlar. Zihinsel gelişimin üç aşaması bulunuyor. Birinci aşama sosyalleşmeyi öğrenen zihin. Sosyalleşmek son zamanda pozitif bir çağrışım içerse de kitapta olumsuz anlamda kullanılıyor. Bir insan yetişirken, belirli bir grubun parçası olmaya çalışır; bu süreç zihnin sosyalleşmesi olarak tanımlanır. Örneğin bir çetenin üyesi olmaya çalışan kişi, kendi kararlarını almak yerine, grubun kurallarına ve kararlarına kendini adapte eder. Trafikteki birçok sürücü küfreder; kibar bir insan araba sürmeyi öğrenerek aktif bir şoför olduğunda diğer şoförler gibi bir küfürbaza dönüşür. İnsanın zihni hiç farkında olmadan sosyalleşir.
      Zihinsel gelişimin ikinci aşaması, kendi kararlarını alan zihin durumudur. Bu aşamada kişi bireyselleşir. Kişi kendinin lideri olur ve kendi gündemini kendisi belirler; problemlerini kendisi çözer. Dünyayı kendi bakış açısından görür ve diğer insanların da kendi bakış açısına uymasını bekler. Tipik otokratik liderler, bu zihinsel aşamanın iyi birer örneğidirler.
        Zihinsel evrimin son aşaması, kendini dönüştüren zihin aşamasıdır. Bu aşamada kişi, liderliğin geleneksel kalıplarının ötesine giderek, çevresindekilerin itaatine değil, öğrenme ve gelişmesine odaklanır. Bu yeni lider, diğer insanların önünden giderek değil, bir pusula olarak yol gösterir. Bu üçüncü zihinsel aşamanın en önemli öğesi, çoklu bakış açısıdır. Birçok insan tüm yaşamlarını tek bir doğru olduğu düşüncesiyle harcar. Kendi fikirlerinizi savunmak doğrudur; yanlış olan kendi fikirlerinizi her zaman doğru olduğunu sanmaktır. Zihinsel evrimin üçüncü aşamasında kişi, çelişkili görülebilecek farklı görüş ve yaklaşımları kucaklamaktadır.
Yazarlar, değişime karşı bağışıklığı olan herkesin iki çeşit amacı olduğunu belirtmektedir: Görünen amaç ve gizli amaç. Görünen amaç, amacımız olarak ilan ettiğimiz şeydir. Gizli amaç ise, bizim içsel arzularımız ve bu içsel arzuları destekleyen varsayımlardır. İki amacın yanında değişime karşı duran üçüncü unsur davranışlardır. Yazarlar bu üçüncü unsur olan davranışı; bazen bir şeyi yapmak, bazen de yapmamak olarak tanımlıyor. Örneğin, çalışkan olmak isteyen bir öğrenci için ödev yapmamak, bir şeyi yapmamak durumuna örnek olabilir. Sigara içmek de aktif bir eylem olarak, bir şeyi yapmak durumuna örnektir.
      Görünen amaç ve gizli amaç durumuna en güzel örnek, kilo vermekle ilgilidir. Kilo vermek isteyen kişinin değişime direnç davranışı, ya fazla yemek ya da ihtiyaç duymadığı anda yemek yemektir. Eğer kişi kilo vermek istiyorsa neden aksi yönde hareket etmektedir. Çünkü gizli bir gündemi ve amaçları vardır. Kişi enerjik olmak istemektedir. O zaman yemek yemelidir. Kişi eğlenmek istiyorsa, yemeği de eğlence olarak görüyorsa yemeğe devam eder. Kişi çekici olmakla ya da dış görünüşüyle ilgilenmiyorsa yine fazla yemeğe devam ederler. Eğer gizli amaçlarımız ve onları destekleyen varsayımları açıkça tartışabilirsek, görünen amaçlarımıza ulaşabiliriz.
 
Images

Başarmak sizin elinizde!

Hep bir şeylerin peşindeyiz hayatta. Şunda daha iyi olmam lazım, bunda daha başarılı. Önce ilkokulda "5 pekiyi aferin"ler, sonra lise ve üniversite giriş sınavlarında daha çok net daha az yanlışlar, hep başarıyı kovaladık. Biraz araştırma biraz da sınav sisteminin bize uygun gördüğü bölümde okuyup bir meslek sahibi olduk. Çoğumuz iş yerinde ilişkilerimizde, kariyerimizde ve de para kazanma konusunda arıyoruz başarıyı. Yani vazgeçemiyoruz başarıdan, yaşımız yedi de olsa yirmi yedide de... Bir alanda başarılı olmak yetmiyor diğer bir alanda arıyoruz başarıyı. Mutluluk da başarıyla geliyor çünkü.
 
Peki ya başarısız olunca, işler istediğimiz gibi gitmeyince? İster üniversite giriş sınavında ister üniversitede okurken ya da iş ararken zorluklar hep yanı başımızda. Zorluklar öyle ya da böyle hepimiz için ortak olsa da, aslında bizleri birbirimizden başarısızlığa nasıl yaklaştığımız, nasıl algıladığımız ayırıyor. Çoğu zaman karşılaştığımız zorlukları, yaşadığımız olayları değiştirme şansımız olmasa da bakış açımızı değiştirerek ilerlemek mecburiyetindeyiz. Ne kadar olumlu ve gerçekçi olursak o derece önümüze çıkan fırsatları daha iyi görürüz. İlla Polliana’cılık oynamamıza da gerek yok; bardak yarı dolu deyip. Gerçekçi olalım, bardağın yarı dolu-yarı boş olduğunu bilelim yeter.
 
Zorluklardan, sorunlardan kaçarak ömür geçirilemeyeceğine göre, bir yerlerden başlamamız, önce kendi kabuğumuzu kırıp dışarıdaki zorluklardan önce içimizdeki engelleri aşmamız lazım. Başarısızlıklarımızın ardındaki bahanelere bakmak da lazım tabi.
"Ben yapamam ki?"   
"Bu yaştan sonra da öğrenilmez ki?"   
"Ah vaktim olsa gideceğim ama?"   
"Beni almazlar ki oraya."
 
Mademki başarıyı bu kadar çok istiyoruz, o zaman hayata teslim olmak yerine mücadeleyi de göze almak gerek? Ve en önemlisi, bizim dışımızdaki koşullar kötü de olsa, motivasyonumuz sayesinde en az seviyede etkilenerek yolumuza devam edebilmek. Bunun en güzel örneklerinden birini geçtiğimiz günlerde gündemi fazlasıyla işgal eden milli koşucumuz Süreyya Ayhan’da yaşadık. Onca eleştiriye, medyanın üzerine sürekli gitmesine rağmen o yılmadı, geriye çekilmek yerine daha da ileriye gitti. O kendi hayatında yaşadığı zorluklarda bunu yaptı. Peki ya bizler ve bizim zorluklara karşı tutumumuz nasıl?
 
Yaşanan başarısızlıklar için şanssızlık demeyelim lütfen! Şans, doğru zamanda doğru yerde olmaktır. Şu anda bulunduğumuz yerden, sahip olduklarımızdan ya da olamadıklarımızdan memnun değilsek "şanssızlık" deyip kaçmamak lazım sorumluluktan. Hayat tercihlerimizde, yaptığımız seçimlerde şekillenmiyor mu? Şu anda okuduğunuz okulu/bölümü ÖSS tercihlerinize yazmasaydınız sınavda daha az/fazla soru yanıtlasaydınız ya da belki de yurtta değil de bir ev arkadaşı bulup ev tutmayı seçseydiniz hayatınız kim bilir nasıl olurdu?
 
Öyleyse doğru zamanda doğru yerde olmak -tüm zorluklara rağmen çoğu zaman- bizim elimizde; karşılaştığımız olaylardaki tutum ve davranışlarımızla belirleniyor. Aslında şansla, tesadüfle açıkladığımız yaşadığımız nice olayı da bizim tercihlerimiz belirliyor. İşte bu nedenle, başarılı olmak istediğimiz her konuda, ister iş veya okul ister ev yaşamımız, ister eşimizle ya da sevgilimizle olan ilişkimizde tutum, davranış ve tercihlerimizle yaptıklarımızdan bizim sorumlu olduğumuzun farkında olmamız gerekiyor.
 
Yani ister inanın ister inanmayın söylenilenler doğru:
Başarmak sizin elinizde!
Images

Başarının anahtarı "Olumsuz duygulardan Arınmak"

    Gerçekten çekim yasasına inanan kişiler için başaramayacakları bir şey olmadığını biliyorum. Şu anda piyasada oldukça fazla derecede bu konuda yazılmış kaynak kitap ve döküman mevcut. Okuduğunuzda yada konu ile ilgili videoları seyrettiğinizde hep aynı konuları işliyorlar.
   Eğer yakın zamanda oldukça popüler olan "The Secret" (Sır) gibi Evrensel Çekim Yasası'na vurgu yapan filmleri izlediyseniz ya da kitapları okuduysanız kendi duygusal enerji düzeyinizi yükseltmenin sürekli kendinizi iyi hissetmenin sizin hayatınıza iyi şeyleri çekeceğini duymuşsunuzdur.
    İste istediğin şey sana gelecek. Olumlu düşün, pozitif düşün, çekim yasası.  İnsanlara bu konuda sürekli öğüt ve yol göstericilik var.


    Herkes mutlu huzurlu etrafına pozitif enerji yayan insanlarla bir arada olmak ister. Sadece sosyal arkadaşlık anlamında değil aynı zamanda iş hayatında da pozitif bir insan olmak size pek çok kapıyı açabilir pek çok fırsatı size çekebilir. Ancak gerçekten de stressiz dünyadan uzak, gelecek kaygısı olmadan yaşayabilen acaba ne kadar insan var. Günümüz insanları sürekli bir telaş ve koşturmaca içinde içerisinde beynimizi boşaltıp nasıl istediklerimize odaklanabiliriz.


Images

Kontrol Etmekten Vazgeçin


   Bir araştırmaya göre kadınlar erkek arkadaşlarının cep telefonlarını ya da e-postalarını karıştırma hakkına sahip olduklarını düşünüyorlar. Peki bunun sizi kısa vadede son derece mutsuz biri haline getirebileceğini söylesek? 2010, aldatma skandallarıyla dolu bir yıl oldu desek yeridir. (Mesela en son çıkan söylenti Ashton Kutcher'ın sevgilisiyle konuşurken Demi Moore'a yakalanmasıydı.)

     Eminiz birçoğunuz sevgilisinin telefonunu eline dahi almamıştır ama birçoğunuz defalarca o telefonu karıştırırken bulmuştur kendini! Düşünün; erkek arkadaşının e-posta şifresini ele geçirip eski kız arkadaşıyla hâlâ konuşup konuşmadığını araştıran kaç kız var etrafınızda? "Birçok kişi erkek arkadaşının cep telefonunu, bilgisayarını karıştırıyor ve normal bir şey yaptığını düşünüyor. Aslında bu tür davranışlar hiç sağlıklı değil" diyor Love Prescription kitabının yazarı Seth Meyers. Erkek arkadaşınızın 24 saat boyunca neler yaptığını, kimlerle görüştüğünü anlamaya çalışmak büyük zayıflık olarak gösteriliyor.

    Sevgilinizin cep telefonunu ya da e-postalarını karıştırdığınızda bir şeyleri yanlış anlamanız mümkündür. Önünü alamayacağınız şeyler içinse mutsuz olmaya değmez.

Önlenmez Davranış

     Erkek arkadaşınızın sürekli nerede olduğunu kontrol etme isteğinin güvensizlikten kaynaklandığını belirtiyor Is It Love or Is It Addiction kitabının yazarı Brenda Schaeffer. "Eğer kendimizi güvensiz hissediyorsaki çimizde sürekli olarak erkek arkadaşımızı kontrol etme isteği uyanır. Saat başı Facebook'ta ne yaptığına bakmak düzenli bir alışkanlık haline gelir. "Sizinle birlikte olan fotoğrafları Facebook'a yükleyip yüklemediğini kontrol etmek için onun sayfasına girmeniz gayet normal bir davranış ama eğer eski kız arkadaşını sürekli olarak Google'dan araştırıp, e-posta şifresini ele geçirmek için uğraşıyorsanız ortada büyük bir problem var demektir. Ve bir çok bağımlı davranış gibi bu davranışında geri dönüşleri tatsız olacaktır" diyor Romance Rehab kitabının yazarı Jan Hoistad. Yapılan bir araştırmaya göre erkek arkadaşınızın Facebook sayfasını ne kadarsık kontrol ederseniz kıskançlığınız da aynı oranda artıyor. Çünkü her o sayfaya baktığınızda ister istemez şüphelerinizin gerçekleşeceğini düşünüyorsunuz.

Alışkanlığınızdan Kurtulun

      "İlk aşamada bu davranışınızın sağlıklı bir durum olmadığını kabullenmekle işe başlayın. İkinci aşamada ise neden bu davranışı sürdürdüğünüzü düşünün. Bazen kadınlar ilişkide umduklarını bulamadıklarında hayal kırıklıklarını bu tür davranışlar sergileyerek unutmaya çalışırlar" diyor Meyers. "Eğer ilişkide sizi rahatsız eden ya da eksikliğini hissettiğiniz bir durum varsa bunun nedenlerini araştırın. Erkek arkadaşınızla konuşun, bu sayede kendinizi çok daha güvende hissedeceksiniz. Mesela sürekli geç kalmasından mı şikayetçisiniz ya da size istediğiniz kadar zaman ayırmıyor mu? Bu gibi spesifik konuları onunla konuşarak halletmeye çalışın. Eğer onun için değerliyseniz söylediklerinizi dikkate alacaktır. Tabii ki etraftan duyduğunuz aldatma hikayeleri de sizi paranoyak biri haline getirebiliyor. Eğer aşk hayatınızı kafaya takan bir yapınız varsa başka şeylere yönelmeye çalışın. Kendinize yeni hedefler belirleyin. Yeni bir dil öğrenin ya da spora başlayın. Sağlıklı alışkanlıklar zamanla sağlıksız olanların yerini doldurmaya başlayacaktır" diyor Schaeffer. Erkek arkadaşınızın her e-postasına baktığınızda veya telefonunu karıştırdığınızda ilişkinizin kötü etkilenebileceğini aklınızdan çıkarmayın. En basitinden şunu düşünün; sevgilinizin her hareketinizi takip etmesini ya da kıskançlık krizlerine girmesini ister miydiniz?